Aylık Rapor | Ocak 2020



Uyarı: Bu yazıda çenem fazla düştü, yazı uzadıkça uzadı. Bir türlü noktayı koyamadım, yazdıkça yazdım. Yazarken bazen durup "Bunlardan kime ne?" dedim kendime. Ama sonra hatırladım, beş yıl sonraki ben için mesela, eğer yaşarsam hala tabii, çok keyifli olur bunları okumak. Onun için yaz dedim kendime, içinden geldiği gibi, yazabildiğin kadar yaz. Senin canın sağ olsun. Okuyup düşüncelerini, hayatlarını seninle paylaşanlar var olsun, hep olsun.

2020 yılının ilk ayını geride bıraktık. Kötü şeyler oldu, olmaya da devam ediyor. Özellikle şu virüs beni çok korkutuyor. Bir de bir hafta on gündür hafiften sallanıyoruz İzmir'de. Depremden çok korktuğum için sinirlerimi biraz yıprattı bu durum. Durduk yere başım dönüyor, deprem oluyor sanıp sıçrıyorum uyurken filan. Elazığ'daki insanların Allah yardımcısı olsun, çok kötü bir şey. Allah daha kötüsünü yaşatmasın inşallah. 

Öte yandan bu ayın başında derslerim bittiği için kendime daha fazla vakit ayırmaya başladım. Ayın ortasına kadar final ödevlerimle meşgul oldum ama bu süre zarfında da, okula gitmeyip evde çalıştığım için ayın başından itibaren finallere rağmen okuma performansım eski haline döndü. Bu ay içimden geldiği gibi kitap okuyabildim. Son üç-dört aydır kurgu edebiyata resmen aç kaldım. Bu açlığımı tatilde dindirmek istedim ama hala kurgu okumaya doymuş değilim. Doyabileceğimi de sanmıyorum. Neyse bu okuduklarım beni birkaç ay daha idare edebilir, yani ağlama noktasına gelene kadar.

Bol bol dizi film de izledim. Hatta sanırım dozunu kaçırdım biraz :D Ama bence beni bekleyen yoğun mu yoğun dönem keşke biraz daha okuyup izleseydim dedirtecek bana. 



Ne Okudum?

*Orada Kimse Var Mı? / Jostein Gaarder


Orada Kimse Var Mı?, Sofi'nin Dünyası ve İskambil Kağıtlarının Esrarı kitaplarında olduğu gibi çocuk bir karakterin merkezde olduğu bir hikayeyi anlatıyor. Aslında uzun bir mektup bu okuduğumuz. Joachim dayının sekiz yaşına giren yeğeni Kamila'ya yazdığı bir mektup... Joachim yeğenine kendi çocukluğundan tuhaf ama hayatını son derece etkileyen bir anıyı anlatıyor. Kitap hakkındaki yorumumu okumak için buraya tıklayın!

*Çeviri Sosyolojisi / Sevinç Arı


Alan için yaptığım bir okumaydı, epey verim aldım.

*Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak / Ziya Gökalp


Kitabı okurken, bölüm bölüm ilerledikçe Cumhuriyet'in temelini oluşturan fikrin nasıl geliştiğini de görebiliyorsunuz. Atatürk devrimlerini anlamak açısında da ufuk açıcı bir okuma oldu diyebilirim. Dahası Atatürk'ün söylediği ve yaptığı her şeyde bu kitaptaki fikirlerin izleri var gibi geldi bana ki Atatürkümüzün Ziya Gökalp'ten ne denli etkilendiğini şu sözlerinden anlıyoruz: "Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp'tir." Kitap hakkındaki yorumumu okumak için buraya tıklayın!

*Dracula / Bram Stoker


Sanılanın aksine, ya da sadece ben böyle sanıyordum, Dracula, Dracula tarafından anlatılan bir hikaye değil. Aksine Dracula'nın fiilen anlatıma katıldığı bir bölüm dahi yok. Onu yalnızca birkaç kere ana karakterlerden bazılarıyla diyalog halinde görüyoruz o kadar. Kurgunun ana-kötü-karakteri olması dışında aslında olay örgüsünü anlatmak gibi bir işlevi yok kitapta. Ki bence bu onu daha gizemli, daha korkunç ve daha tehlikeli yapıyor. Eğer onun ağzından kısımlar okusaydık belki de onun düşünce yapısı hakkında ipuçları yakalayıp sonraki adımları hakkında tahmin yürütebilirdik okuyucular olarak ama iyi-kötü mücadelesini yalnız "iyiler"in tarafından dinlemek ve sadece onların adımlarıyla hikayeyi takip etmek Dracula'yı daha bilinmez kıldı benim açımdan. Kitap hakkındaki yorumumu okumak için buraya tıklayın!

*Bir Kayıp Denizci / Gabriel Garcia Marquez


Müthiş akıcı bir anlatıydı. Birinci kişinin ağzından aktarılmış olsa da Marquez'in kaleminin değdiği belli, cümleler arasında onun varlığını hissetmemek olanaksız. Velasco'nun ufacık bir salda geçirdiği on günü okurken onunla birlikte mücadele etmiş gibi hissettim, onunla umutlanıp, hayal kırıklığını onunla birlikte yaşadım. Marquez aracılığıyla anlatılmış olması hikayenin gerçekten hak ettiği etkiyi yaratmasında büyük rol oynuyor. 

*Kumarbaz / Dostoyevski


Kitabın özellikle ortalarında heyecandan cümleleri takip edemedim, ucunu kaçırdığım yerler oldu. Hele bu kısımlarda "Baboulinka" diye bir karakter girdi kitaba, o andan sonra her şey daha güzel oldu. Bir Dostoyevski kitabı okurken sesli bir şekilde güleceğimi hiç tahmin etmezdim - bu kitap benim için gerçekten büyük sürpriz oldu. Hiçbir şey için değilse bile şu muhteşem Baboulinka için okunur bu kitap! Ayrıca, hikayenin anlatıcısı olan Aleksey İvanoviç de bence ilgi çekici bir karakterdi, onu daha yakından tanıma fırsatım olsun isterdim. Kitap hakkındaki yorumumu okumak için burayı tıklayın!

*Son Dilek (Witcher#1) / Andre

Hemen söyleyeyim kaç yıldır içimde biriktirdiğim beklentileri karşılamadı. Okurken sıkılmadım evet ama inanılmaz keyif de almadım. Olaylarin kronolojik sırasına göre bu ilk kitapmış, oysa bana göre epik fantastik bir serinin ilk kitabı olması için zayıftı. Buna rağmen farklı öykülerden oluşması akıcılığı olumlu yönde etkilemiş ve bu yüzden de hızlı okunuyor. Diyaloglar bol ama evren yeterince anlatılmamış mesela, en basitinden Witcher'ın avladığı yaratıkların birbirlerinden ne farkları var çok çıkaramadım ben. Sözlük eklemişler evet ama açıklamalar çok sığ kalmış. Yaratıkların nerede yaşadığını öğrenmek kafamda canlandırmam için yeterli olmadı ne yazık ki. Ayrıca en büyük eksiği ana karakterin derinine inmemiş olması bence. Witcher neymiş bir anlat deseniz, kitabı okumamış ama arka kapağını incelemiş birinin söyleyeceği şeylerden farklı olmaz söylediklerim. Serinin diğer kitaplarının daha güzel olduğunu duydum, belki devam eder bir şans veririm. Heyecanıma yazık oldu ona yanıyorum. Yılın ilk hayal kırıklığı oldu bu. 

*Değirmen / Reşat Nuri Güntekin


100 yıl geçse de hiçbir şeyin değişmediğini bir kez daha gösteren eserlerden biri Değirmen. Hikaye akıp gidiyor, yazarın anlatımı da nükteli olunca kitap nasıl bitti anlamıyorsunuz. Güntekin 1900lerin başında geçen bu hikayesinde memuriyeti, idareciliği, bürokrasiyi o kadar güzel hicvetmiş ki önce gülüyor, sonra tıpkı alıştığımız gibi "cık cık cık" yapıyorsunuz kınamak için. Ama aradan kaç yıl geçtiğini hesaplayıp insanımızın, yöneticilerimizin zihniyetinin bir gram bile değişmediği, gelişmediği dank edince tadınız epey kaçıyor. Kitabın adı da fazlasıyla anlamlı, zekice bir benzetme.

Dediğim gibi istediğim kadar okuduğum bir ay oldu bu. Yılın geri kalınında bu kadar verimli okuyabilir miyim bilmiyorum - tabii kurgu edebiyat anlamında. Kitaplığımda bu yıl içinde okunmayı bekleyen iki ciltlik Sefiller var mesela, gözüm hep onda. Belki yaz tatilinde vakit bulabilirim. Bu ay için konuşacak olursam birbirinden güzel kitaplar okudum. Yıla harika bir çocuk kitabı(!) ile başladım, umarım yılın devamı da onun kadar güzel kitaplarla dolu olur. Sonra Klasik Kitap Okuma Maratonu (kom2020) kapsamında şimdiden ikisi yerli ikisi yabancı olmak üzere dört klasikokudum. Dengeyi böyle tutarsam yıl sonunda çok mutlu olacağım kesin! Yine bu ay çoktandır, birkaç yıldır merak ettiğim Witcher serisine başladım. Dizisi gelince daha fazla beklemeyeyim diye düşündüm ama ilk kitap tam bir hayal kırıklığı oldu benim için. Yorumlarken belki devam ederim demiştim ama üzerinden geçen zamanla birlikte devam etmeme olasılığım daha fazla. Onun yerine yine merak edip bir türlü başlayamadığım serilere yönelebilirim bknz Ramses serisi. 



Ne İzledim?

Diziler

*The End of the Fucking World | 2. Sezon (8 Bölüm)

*Home for Christmas (1. Sezon) | 6 Bölüm

*Dracula | 3 Bölüm

*Living With Yourself | 8 Bölüm

*Rise of Empires: Ottoman | 6 Bölüm

*Girlboss (2017) | 13 Bölüm

*Fuller House (3. Sezon) | 18 Bölüm


Bu ay izlediğim dizilerin neredeyse hepsini çok sevdim, keyifle izledim. Çoğu yirmi-otuz dakikalık dizilerdi çünkü öyle dizilere bayılıyorum, hem zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz hem de dizide gereksiz sahneler olmuyor. Hikayeyi anlatmak için daha kısa zamanları olduğu için her sahne izlenmeye değer oluyor. Özellikle sınav zamanlarında tercihimi bu tarz dizilerden yana kullanıyorum. Riseof Empires ve Dracula haricindekilerin hepsi böyleydi. Zaten bu iki dizi de mini diziydi. Yani tatilde olan birine göre izlediğim dizi sayısı veya dizi izleyerek geçirdiğim zaman normal. 

The End of the Fucking World'ü uzun zamandır bekliyordum, beklediğime değdi, beklediğim süre zarfında istemeden oluşan beklentilerimi karşıladı. Ama yine doyamadım, çok çabuk bitti. Özellikle sezonun müziklerine ba-yıl-dım. Harika bir iş çıkarmışlar. Karakterleri zaten çok seviyorum, sezon sonu biraz final gibiydi. Açıkçası korktuğum için araştırmadım da. Umarım yeni sezon gelir diyorum ama bu haliyle de çok güzel. Uzarsa hoşuma gitmeyecek şeyler olmasından korkuyorum. Bakalım, kader.

Home for Christmas'ı uyku tutmadığı için öylesine açmıştım ama ilginç bir şekilde sardı. Dizideki Norveç havası çok hoşuma gitti, belki o yüzden. Ana karakterler olan Johanne'yi de çok sevdim. Öyle çerezlik bir diziydi, fena değildi. Living With Yourself de aynı şekilde öylesine açılmış bir diziydi. Kısa olması ve bir sezondan oluşması diziyi bir çırpıda izlememle sonuçlandı. Konusu çok ilginç ama, sıradışı. Çok güzel şeyler çıkabilir yani bu kurgudan, gelirse bir sonraki sezon için beklentilerim büyük. Yine de konunun taşıdığı potansiyeli tam manasıyla yansıtamamış bu hikaye. Daha güzel kurgularda daha ilgi çekici bir olay örgüsüyle sunulabilirdi bence. Yine de izlenmeye değer, tavsiye ederim. 

Girlboss da hemencik bitiveren bir diziydi. Britt Robertson oynuyor, bu kızı seviyor muyum sevmiyor muyum karar veremiyorum bir türlü. Bazen itici geliyor bazen sevimli. Bu dizide de yer yer çok tatlıydı, gıcık olduğu zamanlar da vardı ama. Yine de dizinin anlattığı hikaye güzeldi. Gerçek olması da etkileyici. İzlediğime pişman olmadığım bir yapım oldu. Zaten tek sezonluk, eğlenceli kafa dağıtmalık bir şey arıyorsanız Girlboss size göre  olabilir.

Gelelim Dracula'ya. Netflix'de yayınlandığı andan itibaren meraktan delirmeye başlamıştım. Finallerim bitmeden başladım sanırım, tam hatırlayamadım şimdi ama final sonrasına bırakamayacak kadar sabırsızlandığımı net hatırlıyorum. İlk bölüm gerçekten etkileyiciydi, beklentilerimin de üstündeydi. İkinci bölüm ilki kadar iyi bir izlenim bırakmadı üstümde ama ilk bölümün yaşattığı hayranlık etkisini sürdürdüğü için ikinci bölümü de aynı heyecan ve keyifle izledim. Ayrıca müzikler mükemmeldi, enfesti. İkinci bölümün sonu ve üçüncü bölümün başı gerçekten büyük umut vaadediyordu. Yani, yerimde duramamıştım. Sonra izlemeye devam ettikçe kurguyu nasıl batırdıklarına saniye saniye şahit oldum. Sonunu nasıl getireceklerini bilememişler de kıvranıp durmuşlar sanki, bunu dizinin son bölümünün son yirmi dakikasında net bir şekilde görmek mümkündü bence. Hiç olmamış. Buna rağmen Dracula'ya hayat veren Claes Bang müthiş bir oyunculuk sergilemiş, harika bir iş çıkarmış. Agatha karakterini de severek izledim. İkisinin oyunculuğu, ilk iki bölüm ve müzikler hatrına iyi ki izledim diyorum. Hele birinci bölümün son yarım saati filan inanılmazdı. Manastır kapısının önündeki sahneleri tekrar tekrar hiç sıkılmadan izlerim yani, o derece.

Türk oyuncularımızın yer aldığı ve tarihimizdeki mühim bir olayı konu alan Rise of Empires'tan da azıcık bahsetmeden geçmeyeyim.. Onu da büyük merakla bekliyordum ama beklediğimi çok da bulamadım yani. Ehh işte, kıvamında bir diziydi bana göre. Yapacağım eleştirilerin hepsi spoiler olacağı için buraya yazmayacağım bunları. Daha iyi olabilirdi, çok çok daha iyi olabilirdi o kadarını söyleyebilirim. 

Filmler

*Angela's Christmas (2020)

*Ghost Stories (2020)

*Dracula Untold (2014)

*The Two Popes (2019)

*Joker (2019)

*The Marriage Story (2019)

*Jojo Rabbit (2019)

*1917 (2019)

*Kirazın Tadı (1997)

*Arkadaşımın Evi Nerede?(1987)

*Irish Man (2019)


Kenarında 2019 yazan filmleri "Aday Filmleri İzliyoruz" etkinliği kapsamında izledim. O filmler hakkındaki düşüncelerimi ayrı bir yazıda belirteceğim. Yalnız içlerinden en çok sevdiğimin Jojo Rabbit olduğunu burada söylemeden edemeyeceğim. Bir de Irish Man kadar sıkıcı çok az film izlemişimdir. Gerçekten. Filmi izlerken zaman durdu sanki, Allah bir daha yaşatmasın.

Angela's Christmas içimi ısıtsın diye izlemeye başladığım bir Noel filmiydi, yani ben öyle olmasını umuyordum ama bitince "Neden izledim ki ben bunu?" dedim kendi kendime. Zaten kısa filmmiş (şükür). Dracula Untold filmini de Dracula'dan sonra izledim, bakayım başka nasıl anlatılmış diye. Ay ne saçma filmdi Allah'ım. Film herkesten, Türkler kötü anlatılıyor diye kötü eleştiri almış ama benim derdim bu değil cidden. Yani Türklerin kötü anlatılmasını dert etmiyorum ben çünkü herkes bizi iyi gösterecek, iyi anacak diye bir şey yok, gerçekçi olmak lazım. Neyse, yani filmi saçma bulmamın nedeni bu değil. Nedeni filmin gerçekten saçma olması. II. Mehmet'in tavırları, söyledikleri filan. Vlad'ın II. Mehmet'e söyledikleri... Düşündükçe gülesim geliyor. İzleyenler görüşlerini paylaşırsa çok mutlu olurum, acaba ben mi yanlış anladım replikleri, olayları filan? :D Yoksa bunlar gerçek tarihten bağımsız mı çekmişler filmi. Hadi öyle olsa anlarım mesela, hayali bir Osmanlı padişahı koy Vlad'ın karşısına, Vlad da desin ki "Seni tarihten siliceeeem". Buna tamam, gerçekten. Ama Vlad'ın II.Mehmet'e, bildiğimiz Fatih Sultan Mehmet'e bunu söyleyip sonra.. Neyse izlemek isteyenler varsa heyecanını ve komedisini kaçırmayayım işin. 

Annemle arada İran yapımı film izlemek istiyor canımız, yılın belli dönemlerinde resmen özlem duyuyoruz İran filmlerine. Bu sefer de öyle oldu ve Kirazın Tadı ile Arkadaşımın Evi Nerede? filmlerini izledik. İkisinin de yönetmeni aynı. İkisi de güzel filmlerdi ama ben ikincisini daha çok sevdim çünkü çocuk gözünden anlatılan hikayeler bana daha çok dokunuyor, daha derinden etkiliyor beni. Büyük olasılıkla bu tarz filmler hakkında ayrı bir yazı yazacağım, tatil bitmeden yetiştirebilirsem tabii.

Son olarak Ghost Stories, farklı yönetmenlerin çektiği dört farklı korku hikayesinden oluşan bir derlemeydi. Hikayelerin hepsi az çok ilginç ve merak uyandırıcıydı ama benim en çok sevdiklerim 1. ve 3. film oldu. Bu ikisi diğerlerine göre daha etkileyiciydi bana göre, özellikle 3. filmi izlerken epey gerildim. Ayrıca bu 3. filmin bir de siyasi hiciv yanı vardı, ayrı bir güzeldi o yüzden. Tavsiye ederim, gerilim/korku türünü seviyorsanız bu iki film için bile olsa şans verin derim. 





Ne Dinledim?

Bu ay, son aylara kıyasla daha çok kitap okuduğum için dinlediğim müzikler de buna göre şekillendi biraz. Mesela Dracula'yı  okurken zaten dinlemeyi bırakamadığım Dracula orijinal dizi müzikleri eşlik etti bana. Sonra Kumarbaz'ı okurken çokça klasik müzik dinledim, okumayı daha keyifli hale getirdi.  Son Dilek okurken de gerilim/aksiyon hissi uyandıran film müzikleri dinledim, böyle olunca inanılmaz gaza geliyorum okurken, bir de film izliyormuş gibi oluyor, çok hoş :D 

The End of the Fucking World'ün sezon müziklerini çok sevdiğimden bahsetmiştim. Devamlı dinledim, bıkıp usanmadım. Hala da dinliyorum ama artık sıkılmaktan korkuyorum. Bir de diziyi izleme isteği doğuruyor içimde. Şimdiden özletiyor. Graham Coxon'ın dizi için hazırladığı albümde benim favorilerim, A Better Beginning, Bonjour Monsieur, Beautiful Bad, I'll Race You Home ve Threw it Away oldu. Fakat genel olarak bence albüm son derece başarılı. 

Aday Filmleri İzliyoruz etkinliği için seçtiğim iki kategoriden biri özgün müzik olduğu için kategorideki filmlerin müziklerini de dinledim ara ara. Dönüp dönüp dinlediklerimse, Little Women ve 1917 filmlerinin orijinal müzikleri oldu. Özellikle Little Women'ın müziklerine ba-yıl-dım, çünkü zaten Alexandre Desplat'ın tarzını çok severim. Ha, bir de Star Wars: The Rise of the Skywalker'ın müziklerini dinledim hep bir ara. Onu da çok beğendim aslında çünkü bestecisi John Williams. Yani ben hiç Stars Wars filmi izlemedim, son filmi de izlemedim ve izlemeyi de düşünmüyorum ama film müziklerini beğendim çünkü John Williams'ın tarzı bana Harry Potter'ı anımsatıyor ve içimde sıcacık duygular uyandırıyor. 

Gabrielle Aplin'i severim, özellikle English Rain adlı albümünü çok severim. 2016'da çıkardığı 4 şarkılık albümündeki Miss You şarkısını da çok severim. Bu ay şarkının farklı bir versiyonunu yayınladı, şarkıda kendisine Nina Nesbitt eşlik ediyor. Adına da Miss You 2 demişler. Orijinali kadar güzel olmuş bu versiyonda, çokça dinledim.  Bir de geçen aylarda çıkan teklisi vardı Aplin'in, Losing You, onu bu ay da epey dinledim. Geçtiğimiz günlerde yeni albümü çıktı, adı Dear Happy, henüz dinleme fırsatı bulamadım ama bugün yarın dinlemeye başlayacağım. 

Radyoda Maroon 5'ın Memories şarkısına denk geldim. Şarkının melodisindeki Pachelbel'in Canon in D'sinin tınısını duyunca şarkıya bağımlı oldum :D Güzel uyarlamışlar, ellerine sağlık. Buruk bir his bırakıyor insanda ama güzel.

Babamla annem radyo tiyatrosu dinlemeyi çok seviyor. Ben Bir Kayıp Denizci'yi okurken mesela, ben güzel dedim diye bulmuşlar hemen internetten, açıp dinlemeye başladılar. Sonra geçen ben de heves ettim, bakayım ilgimi çekecek bir şey var mı diye dedim. Bir İdam Mahkumunun Son Günü vardı, açıp dinledik hep beraber. En az kitap kadar etkileyiciydi, hatta göz yaşlarımı tutamadım. Vakit buldukça daha çok radyo tiyatrosu dinlemek istiyorum, gerçekten keyifli bir deneyim. 


Sırada Ne Var?

Derslerim haftaya başlıyor, yoğunluğum ilk dönemki gibi olursa şimdi yapacağım planlar alt üst olacak biliyorum ama kendimi tutamıyor ve okunacaklar, izlenecekler listemi yapmaktan geri duramıyorum. En iyi plan plansızlık aslında ama bazen ne okuyacağımı seçerken hiçbir şey okuyamıyorum, o da çok sinir bozucu oluyor. Bir şey okurken bundan sonra ne okuyacağımı bilmek benim için huzur verici bir şey. 

Ayın son günlerinde iki yeni kitaba başladım, Translator's İnvisibility (yani Çevirmenin Görünmezliği) ve Children's Literature in Translation (yani Çeviride Çocuk Edebiyatı, yani çocuk edebiyatı çevirisi). Bu ikisi okul için, biri kuram dersim için diğeri de tez için fikir versin diye okuduğum kitaplar. Umarım amaçlarına ulaşırlar, amin. İlkini bu ay sonuna kadar bitirsem de olur ama ikincisini iki-üç gün içinde bitirip başka bir kitaba başlamak istiyorum tatil bitmeden. Dersler başlamadan bir tane kurgu kitap bitirmeliyim çünkü yoksa her şey için çok geç olabilir.

Bu ay için okumayı planladığım ilk kurgu Zülfü Livaneli'den Son Ada kitabı. Livaneli'den taa ortaokulda mı ne Mutluluk'u okumaya çalışmıştım ama ağır gelmişti ya da sıkılmış bırakmıştım tam hatırlamıyorum. Yani Livaneli okumaya yeni başlıyorum aslında ben. Bu kitabın olumlu yorumlar aldığını görünce kütüphaneden aldım hemen. Bu kitabı seversem daha sık Livaneli okurum. 

Son kütüphane ziyaretimden aldığım bir başka kitapsa Hıfzı Topuz'un Vatanı Sattık Bir Pula adlı kitabı. Yazarın kalemini bir süredir merak ediyorum. Kütüphanede tesadüfen gördüm, görmüşken ertelemeyeyim artık alıp okuyayım dedim. Yazar, bildiğim kadarıyla hep tarihi kurgular yazıyor. Ben de ilgi duyuyorum bu türe. Aslında bu kitabı Namık Kemal'in hayatını anlatıyor, biyografik bir özellik taşıyor yani. Namık Kemal'i herkes ne kadar biliyorsa o kadar biliyorum. İntibah'ı herkes sıkılıp bunalarak okurken lisede ben keyifle okumuştum ama, çok net hatırlıyorum :D Neyse, kısacası kitap için çok heyecanlıyım. 

Karanlık Şato'nun bu ayki teması Karanlık Kitaplık. İthaki'nin Karanlık Kitaplık dizisinden bir kitap okumamız gerekiyor.  Ben de bunun için kızların da tavsiyesi üzerine Yüce Tanrı Pan'ı seçtim. Kitabın arka kapağında yazanlar güzel şeyler vaadediyor okuyucuya, haliyle beklentim yüksek. Ayın ilk yarısında okurum diye düşünüyorum, zaten incecik, bir günde biter herhalde. Derslere, ödevlere de bağlı tabi... Ahh.. ah..

Zamanım kalırsa - her ay yüksekten atmaya alıştım ne de olsa - Beren ile Luthien'i de bu ay okumak istiyorum. Aslında kitaplığımda okunmayı bekleyen Marquezlerden biri, özellikle Aşk ve Öbür Cinler bana göz kırpıp duruyor ama onu daha güzel bir zamanda okumak istiyorum. Şubatın nesi var diyebilirsiniz, haklısınız. Bence de bir şeyi yok ama Marquez okumak için hep doğru anı bekliyorum, o his de birden gelip yerleşiyor içime. Onun kitapları kendilerini istedikleri zaman okutuyorlar bana. Neyse, işte, vakit olursa Beren ile Luthien'i de aradan çıkarmak harika olur. Böylece Hobbit ile Orta Dünya serüvenime yeni baştan başlamak için bir kitap daha ilerlemiş olurum. Bakalım, kısmet...

Storytel ile yolumu ayırdığımdan bahsetmiştim önceki yazılarımda, geçen gün kardeşimin üye olmasıyla yeniden uygulamayı kurcalarken buldum kendimi. Geçen günlerde Şule ablanın blogunda görüp merak ettiğim bir kitaba rastlayınca hemen açıp dinlemeye başladım: Evrak Kürek. Kitap Selçuk Aydemir'in sinemaya giriş öykülerinden oluşuyor anladığım kadarıyla. Oldukça eğlenceli, kafa dağıtmak konusunda işe yarıyor. Toplu taşımada filan da kitap dinlemeyi başarabilirsem, uygulamadan başka kitaplar da dinlerim belki ay içinde. Ama nasip, nasibin önüne kimse geçemez :D

Dün, 30 Ocak'ta yani, Spinning Out isimli Netflix dizisine başladım. Dizi bu ay içinde yayınlandı ve ben fragmanını izlediğim anda vuruldum. Bir yazımda çocukluğumda buz pateni ile olan aşkımdan bahsetmiştim. Hatırlayanlar çıkar belki. Buz pateni hayallerimi süsleyen en büyük şeydi. Hala da biraz öyle aslında. Beni büyüleyen tek spor olabilir. Bence spordan da fazlası ya neyse :D Hal böyle olunca bu diziyi izlememem imkansızdı. Biraz bekletmiş olsam da daha fazla sabredemedim. Dizi yalnız on bölümcük. Dün beş bölüm filan izledim, kurgu eh, ama buz pateni sahnelerini ağzım açık, hayranlıkla izliyorum. Onu izlemeye devam, yavaş tüketmeye dikkat ederek. 

Bir de geçen gün Netflix'de yeni bir belgesel yayınlandı: Dünyada Gece. Belgeseldeki görüntüler muazzam. Türkçe seslendirmesini de Beren Saat yapıyor. Mazlum Kiper kadar etkileyici değil :D Ama belgesel çok güzel, tavsiye ederim. Ona da devam edeceğim, daha iki bölüm izledim. Aslında izlemeye kıyamıyorum biraz, çünkü gerçekten manzaralar muhteşem, bakmaya doyamıyorum.

Anne with an A'nin yeni sezonu geldi, ben hala onu bunu izlemekten onu aradan çıkaramadım. Belki de bilerek erteliyorum, kim bilir. Ama artık içimin sımsıcak olmasının vakti geldi, Anne'i de özledim. Yeni sezona bu ay başlarım büyük olasılıkla. Geçen ay bahsettiğim Crown ve Gilmore Girls'e başlayamadım işte. Neden bilmiyorum. Ama hala izlemek de istiyorum yani, tuhaf bir durum :D

Son olarak, bir aksilik olmazsa bu ay sırada çevirimin basımı var. Hadi hep beraber dua edelim, basım bu aya yetişsin. Hatta sevgililer gününe filan denk gelse ne güzel olur :D 

Tamam yazı bitti. Buraya kadar okuyan varsa, çok teşekkür ederim! Gelecek aylarda bürüneceğim sessizliğe sayın artık :D


Siz bu ay neler yaptınız?

Neler okudunuz, neler izlediniz, neler dinlediniz?

Önümüzdeki ay için planlarınız neler?

Benimle paylaşın!

Yorum Gönder

8 Yorumlar

  1. çok güzel dolu dolu geçirmişsin gerçekten..böyle ay sonu raporları kendimizi neler yaptığımız gözden geçirmekle beraber başkalarına ilham oluyor.bakınız ben😊

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlham olabiliyorsam ne mutlu :D Çok teşekkür ederim ^.^

      Sil
  2. Yaa ne kadar okuması zevkli bir yazı 😍bloglarımızı benzettim ben de bazen uzatıyorum 😸😸 witcher ı okumayacağım ben sevmem gibi kumarbaz ı listeme aldım ve End of the fucking world 2. sezon iyiyse izlerim merak ediyordum daha sıra ona gelmedi ne kadar zaman oldu 2. sezon çıkalı aslında 😸😸

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Boş ver Witcher'ı ya, bence çok daha güzel seriler var okunmayı bekleyen :D The End of the Fucking World'ün sezonları arasında çok uzun zaman vardı, ben de unutmuştum beklediğimi hatta ikinci sezonu görünce şaşırdım :D Kumarbaz'ı umarım sen de keyifle okursun ^.^

      Sil
  3. Okurken dedim ki" vayyyyy dolu dolu geçmiş ne güzel"
    Yazmak çok güzel. Biz bu ayı durağan yaşadık. Diğer aylardan umutluyum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim ^.^ Şubat hepimiz için daha güzel bir ay olur umarım :')

      Sil
  4. Az önce de oldu bak hafiften, sinirlerim harap... Allah beterinden saklasın deyip devam ediyoruz betonların arasında yaşamaya işte... The end of the fucking world'e karşı ben de önyargılıydım, seni anlayabiliyorum ama niyeti bozup izledikten sonra çok sevdiğim bir diziye dönüştü. ben olumsuz yorumlara gözlerimi kulaklarımı kapatıyorum bir şeyi beğenip sevdiysem. Sen de şans ver, ne kaybedersin ki :') Dracula'nın diziyle alakası yok pek. Hele ikinci ve üçüncü bölümün hiç hiç yok. Yeniden kurgulamışlar. Karakterlerin isimleri aynı sadece. Yani bence diziyi çok merak ediyorsan diziyi izleyebilirsin. Sonra kitabı okusan bile aynı keyfi alırsın bence. Ben öyle yaptım mesela, pişman değilim :D Çok teşekkür ederim, umarım hayata tutunmayı başarırım :D

    YanıtlaSil
  5. Dolu bir ay geçirdim cümlesi şu yazıya kadar doğru olmamıştı. Gerçekten her yönüyle kültürlü ve doluca geçen bir ay olmuş. Dizi versiyonu olan Dracula'nın kötü olmasına hiç şaşırmadım, bu adamlar Doctor Who'yu da katletmişlerdi :D Film olanını izlemedim ama senin yorumuna katılmayacak tek kişi bulamam.

    YanıtlaSil