Beyaz Zambaklar Ülkesinde / Grigory Petrov #kom2018



Beyaz Zambaklar Ülkesinde

Özgün Adı :страна белых лилий

Yazarı : Grigory Petrov

Çevirmeni : -

Yayım Yılı : 1923


Bu kitaptan bu kadar geç haberdar olduğum için üzülüyordum fakat artık okumuş olmaktan dolayı çok mutluyum. Çünkü kendisi Atatürk'ün okuduktan sonra çevrilmesini ve askeri okullarda okutulmasını istediği bir kitap. O böyle bir şey istediyse bir nedeni vardır ve bu nedeni kitabı okuduktan sonra çok ama çok iyi anladım. 

Kitap 1923 yılında, Rus yazar Grigoy Petrov tarafından yazılmış. Genel olarak bakıldığında bir seyahatname özelliği taşıyor çünkü genel olarak Finlandiya'da edindiği bilgilerin, gözlemlerin bir derlemesi niteliğinde bu kitap. Fakat kitabın mikro özelliklerine inildiğinde bu derlemenin aslında, yoksul, geri kalmış toplumların nasıl kendilerini geliştireceğinin bir yol haritasını sunduğunu görüyoruz. Beyaz Zambaklar Ülkesinde, her sayfasında inanılmaz yerinde tespitlerde bulunan, bugün de karşılaşılan sorunlara tavsiyeler getiren, içinde bulunduğumuz çıkmazlar konusunda bizlere yol gösteren bir eser bana göre. 

Kitap, az önce de söylediğim gibi Finlandiya halkının kalkınma, kendini geliştirme hikayesi. O dönemin Fin aydınlarının, halkı "aydınlatma" çabasını, okurken bize çok da yabancı gelmeyen gerici görüşlere karşı verdikleri mücadeleyi anlatan bir kitap. 

Değindiği konuların çoğunun, benim de düşündüğüm ve katıldığım şeyler olduğunu görmek, beni ayrıca mutlu etti. Bir şeylerin farkında olduğumu anlamamı sağladı; en azından kendime, çevreme, bireyi olduğum toplumun sorunlarına kayıtsız olmadığımı, en azından sorguladığımı gösterdi bana. 

Burada kitapta üzerinde durulan, benim de burada tekrar değinmek istediğim bazı konular var. 


İnsanlar kendi kendilerini işte böyle aldatıyorlar. Günleri, ayları, yılları uyduruk romanlar okumakla geçiriyorlar. Onlar çalıştıklarını sanıyorlar... Ülkede ise kültürlü çalışan yok. Halkın aklı uyuyor. Edepsizlik büyüyor.
Ülkede eğitimin bu kadar yaygın olması yüzünden ahali kitap ve gazete okumayı seviyor... Bu yüzden buralarda halkın en alt tabakası bile kış uykusuna yatmıyor. İnsanlar acizliklerine boyun eğmiyorlar. Başkalarına güvenmiyorlar, ne olacaksa olsun demiyorlar.
- Finlandiya halkının aydınlanma sürecinde halkın okuma alışkanlığının önemi vurgulanmış. Özellikle halkın gazete okuyup etraflarında olup bitenlerden haberdar olması, öylesine yaşamayıp kendisini ve toplumunu etkileyen olayları takip etmesi, onları imrenmeme neden oldu. Kitapta dendiği gibi böyle bir halk "ne olacaksa olsun" demez ve haklarının, ülkesine ve birlikte yaşadığı, aynı toprakları paylaştığı insanlara karşı sorumluluklarının farkında olur. Bu kitapta elbette okumanın öneminin vurgulanacağını bekliyordum fakat şu yukarıdaki ifadeyi okuyunca beynimden vurulmuşa döndüm. Nedeni basit; aynı cümleyi kendi insanlarımızdan yüzlerce kez duymak. Yaşananlardan bir haber olup ona anlatılanlarla yetinen, yapılanları sorgulamadan kabullenen ve araştırmadan her şeye inanan, hem de körü körüne inanan,"Ne olacaksa olsun" diyen insanları görmek...


Ben tatlıcı kralı olurum...Sizler de, biriniz ayakkabıcı kralı, diğeri yumurtacı kralı, bir diğeriniz de demirci kralı olabilirsiniz...

- Her ne yapıyorsanız yapın, hangi mesleği icra ediyorsanız edin, elinizden gelenin en iyisini yapın. Kitabın verdiği bu evrensel mesaj benim de her zaman düşündüğüm bir konudur. Eğer ülkemizde bazı basmakalıp düşünceler olmasaydı, "başkaları ne der?" gibi saçma endişelere kapılmasaydı insanlar, herkes mesleğini severek yapardı; herkes severek yapacağı meslekler seçerdi. Bu, ne yazık ki mümkün olmuyor, olamıyor. En basitinden, sosyal bilimler, nedendir bilinmez, hor görülür Türkiye'de. Bir öğrenci sayısalda başarılıysa, başarılı sayılır. Diğer alanlara yöneldiğinde, "Sayısal yapamadığı için," diye etiketlenir, adeta suçlanır hemen. 

Aile, akraba, çevre baskısı derken öğrencilerin çoğu yapmak istedikleri değil, yapmaya zorlandıkları, yapmaya koşullandırıldıkları alanları seçiyorlar ve sonuç? Sonuç, devlet dairelerinde asık suratlı memurlar... Zorla çalıştırıldıklarından şüphelendiğimiz banka görevlileri... Danışma masalarında üslup nedir bilmeyen, insan sevmeyen insanların oturması... 

Oysa herkes elindeki işi severek yapsa, karşısındakini de mutlu edecek, kendini de. Mutsuz olup hayatını heba etmeyecek, onu mutsuz görenlerin gününü mahvetmeyecek. 

Bir insanın sevdiği şeyi yaparak hayatını idame ettirmesi kadar güzel bir şey yoktur bence hayatta ve bu zamanda bunu başarabilen insanlar çok şanslılar bence. 

Ayrıca Atatürk'ün en sevdiğim sözlerinden biridir, bu kısımları okurken de hep aklımdaydı, size de hatırlatayım; "Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır."

Bir toplumun gelişimini anlatan bu kitapta, toplumların gelişmesi için yol gösterici niteliği taşıyan bu rehberde, bu hususa yer verilmemesi zaten düşünülemezdi. 


İstediğiniz gibi mükemmel anayasalar hazırlayın, seçimler konusunda istediğiniz kadar hak tanıyın, en liberal kanunları yazın, sosyalizmin ya da komünizmin mucizevi gücüne inanın ama eğer binlerce çocuğumuz hayata küçük, önemsiz insanlar olarak adım atarsa, parlamentolar ve bütün hukuk düzeni mevcut olduğu halde; umumi ve sosyal hayat, yine sönük ve paslı olacaktır. Bu nesilden gelen memurlar özensiz, bakanlar ise siyaset cambazı olur. Milletvekilleri çıkar peşinde koşar.

- Kitabın çocukları anlattığı, onlar üzerinde durduğu bölüm de çok ilgi çekiciydi. Çoğu ailede çocuklara iyi bakılır, iyi beslenirler, iyi giydirilip süslenirler fakat bu çocukların ruhunun temizliği, zenginliği, derinliği ihmal edilir. Bu durum bana şimdiki çocuklardaki "marka takıntısını" hatırlattı. Aynı zamanda, artık küçücük çocukların dahi ellerinde son model telefonlar olduğu geldiği aklıma. Gerçekten de bu devirde çocukların bir dedikleri iki edilmiyor. Sussunlar, eziyet etmesinler diye ya televizyon başına oturtuluyorlar ya da ellerine verilen telefon/tabletlerle oynuyorlar. Bunun sonucunda da ortaya robotlaşmış, şımarık, bencil gençler ortaya çıkıyor. Bilgiye ulaşmanın böylesine kolay olduğu bir devirde acaba bu çocuklardan, gençlerden kaçı ellerindeki teknolojik aletleri bilgi, araştırma için kullanıyor? Gerçekten de kitapta bahsedildiği gibi çocuklarımız dışarıdan güzel görünüyor; güzel giyinip en güzel eşyalara sahip oluyorlar. Fakat ne yazık ki içleri boş.

- Bildiğiniz üzere bugün Finlandiya, eğitim sistemiyle diğer tüm ülkeleri kendisine hayran bırakmış bir ülke. Sefalet ve yoksulluk çekmiş, başka ülkelerin egemenliği altında yaşamak zorunda kalmış bir ülkenin bugün bu konumda olması mucize değil. Bunun arkasında halkının azmi ve kararlılığı var. Beyaz Zambaklar Ülkesinde sözü geçen meseleleri onlara sabırla anlatan, halk için çalışan, toplumu kalkındırmak için uğraşan aydınlara sahipler. Artık kendileri sorgulayabiliyor, kendi yaşam standartlarına kendileri yön verebiliyorlar. Bir ülkede eğitim sistemi ne kadar iyiyse diğer kurum ve sistemler de o kadar iyi olur; öğretmenler ne kadar iyiyse, diğer alanlarda çalışacak insanlar o kadar iyi, o kadar nitelikli ve becerikli eğitilir. Çünkü bir ülkedeki hukukçuyu da, siyasetçiyi de, mühendisi, doktoru da öğretmenler eğitiyor. Bu yüzden, iyi hukukçu, iyi doktor eğitmek için önce iyi, çok iyi öğretmenlere sahip olmak lazım. 

Her sahada güçlü olmak için önce eğitim sahasında güçlü olmak gerekir. Hepsinin temeli odur çünkü. Bugün Türkiye'deki sorunların temeline inildiğinde eğitim sistemindeki bozuklukları, tutarsızlığı ve lakaytlığı görmek işten bile değildir. "Ne olursa olsun" diyen insanlar türemesinin nedeni eğitim sistemimizin gereksinimleri karşılayacak kalitede olmamasıdır. 

Ne acıdır ki bu ülkede konuşulan, tartışılan hep siyaset olmuştur. Herkesin güncel siyasi olaylarla ilgili söyleyeceği bir şey vardır; fakat çoğu insan eğitimdeki aksaklıklar konusuna bir yorum getiremez. Mevcut sistemi kabullenir, çocuğunu okula gönderir ama çocuğu okulda ne öğreniyor merak etmez. İşte, bugün ne haldeysek, bu yüzdendir bana göre.

Yozlaşmış kurum ve sistemleri ortadan kaldırmanın, ülkenin refahını sağlamanın yolu da eğitimde yapılacak yenilik ve gelişmelerden geçer. Büyük önder Atatürk'ün de dediği gibi, "Geleceğin güvencesi sağlam temellere dayalı bir eğitime, eğitim ise öğretmene dayalıdır."


Dini ölü inançlar topluluğu haline getirdiler. Dini, yüzlerce kuralı, paragrafı olan inanç grameri haline getirdiler. Peygamberler, Tanrı'yı hatırla diye öğretmiyorlardı. Tanrı'nın yüzlerce tanımını, özelliklerini, emirlerini ezberle demiyorlardı. Onlar sevmeyi öğretiyorlardı ve sürekli tekrarlıyorlardı: Sev, sev! İnsanları sev! Her insanı sev! Her canlıyı sev! Bütün dünyayı sev!

- Dinsel, etniksel ve cinsel açıdan ayrıştırıldığımız, daha da ayrıştırılmaya çalışıldığımız bu dönemde, insanları bu konuda biraz düşünmeye teşvik etmemiz gerek. Ağzından din lafı düşmeyen insanların yaptıkları şeyler hakkında sorgulamaya itmemiz lazım. Herhangi bir dini ya da inancı bütün bir topluma mal etmeye çalışmak neden? İnançları farklı diye insanlar arasında kin ve nefret uyandırmak niye? Onları, yalnızca onları ilgilendiren inançlarına göre kategorileştirmenin ne anlamı var? Sana, bana, bize, ülkemize, ülkemizin refahına ne faydası var? Din özneldir, inanç kişinin kendi vicdanıyla ilgilidir. Kimsenin ona müdahale edip yargılamaya, bu yüzden onu dışlamaya, ötekileştirmeye hakkı yoktur.

Fakat ülkemizde yıllardır din üzerinden yapılan kirli bir siyasete tanık oluyoruz, böylesine kutsal bir duygunun, toplum arasında ayrışmalara neden olması için alet edildiğini görüyoruz. İnsanlarımızın bu yüzden acilen, dinin kulla Allah arasında olduğu, gizli, kutsal ve öznel olduğu bilincine varması gerekiyor. 

Aslında kitabın her bir sayfası ders niteliğinde. Benim için öne çıkan konuları burada yeniden anmak istedim yalnızca. Beyaz Zambaklar Ülkesinde, okuması, anlaması kolay; fakat okurken de, okuduktan sonra da kafanızı, düşüncelerinizi meşgul eden bir kitap. Finlandiya'nın başarmış olduğunu biz neden başaramayalım diye soruyor insan. Kitapta geçen, toplumun gelişmesini engelleyen sorunların, bugün bizim karşı karşıya olduğumuz sorunlar olduğunu fark edip kitabın getirdiği önerilerin aslında hep "olması gerekenler" olduğunu görüyor. 

Herkesin ama herkesin okuması gerektiğini düşündüğüm bir kitap Beyaz Zambaklar Ülkesinde. 

* Şimdi, kitabın en önemli özelliklerinden bahsettiğime göre son uyarımı yapabilirim. Kitabı benim yaptığım gibi, herhangi bir yayınevinden okumayın sakın! Hele hele "Müjde Yayınları"nın basımını hiç önermiyorum. Çevirmenin adı bile yazmıyor künyede, nasıl fark etmedim çok kızıyorum kendime. Sonra, kitabın içindeki yazım yanlışları, çeviri hataları o kadar çoktu ki okurken fena halde sinirlendim. Rusça aslından mı çevrildi, yoksa İngilizce çevirinin bir çevirisi miydi hiçbir fikrim yok fakat çevirmen, tabii orada bir çevirmen varsa, "Habil, Kabil'i öldürdü." tarzında bir çeviri yapabilir aklım almıyor. İmla ve yazım hataları kafayı yememe sebep olacaktı, o derece.

Neyse ki kitap didaktik bir kitaptı, edebi yönü olmadığından bu hataları, en azından okurken, bir nebze görmezden gelebildim. Fakat bir kez daha, sağlam bir yayınevinden okuyacağım mutlaka.

Siz siz olun benim düştüğüm hataya düşmeyin!



*Bu kitap #kom2018 kapsamında okunmuştur. Etkinliğin detayları için şu yazıya göz atabilir, diğer katılımcıların bu etkinlik kapsamında yazdıkları yorumlara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.

























Yorum Gönder

1 Yorumlar

  1. Tam da bu kitabı 3. okuyuşum sırasında senin bu geniş perspektifli yazınla karşılaşmak çok güzel oldu. ^_^ Yazını ilgiyle ve sana katılarak okudum; gerçekten kelimenin tam anlamıyla harika bir kitap yorumu olmuş, kalemine sağlık! ^_^
    Grigory Petrov ve Snellman'ın düşünceli ve empatik kişiliklerine tanık olmak da zihin açıcıydı gerçekten. ^_^

    YanıtlaSil