Karanlığın Sol Eli / Ursula K. Le Guin | Kitap Yorumu (#hainlidöngüsü4)


"En kesin olgu bile anlatış üslubu yüzünden yok olup gidebilir ya da parlayabilir."

Sonunda okumayı çok istediğim ama bir yandan da okumaya çekindiğim, anlamam diye korktuğum bir kitabı okumuş olmaktan çok mutluyum. Daha mutlu olduğum bir şey varsa o da böyle bir kitabı çok sevmiş olmam, kitabın favorilerim arasına girmiş olması.


Karanlığın Sol Eli, Ursula'nın 1969 yılında kaleme aldığı bir kitap. Kitap Hainli Döngüsü'nün dördüncü kitabı olarak karşımıza çıkıyor. Diğer kitapların yorumunda bahsettiğim gibi bu döngünün kitapları birbirinden bağımsız konular işliyor ve farklı hikayeler anlatıyor olsalar da aralarında ortak bazı unsurlar var, bağlantılar var. Döngünün kitaplarını bu bağlantıları biliyor olarak okumak yazarın o bağlantılara yaptığı göndermeleri anlamamızı ve okuduğumuzdan daha çok keyif almamızı sağlıyor bence. O yüzden ben her zaman döngünün yazarın kaleminden çıktığı sırayla okunması taraftarıyım. Zaten şimdiye dek okuduğum dört kitap içinde "okunmasa da olur" diyebileceğim bir kitap çıkmadı, hepsini çok beğendim. Elbette bazılarını diğerlerinden daha çok beğendim. En beğendiğim ise kesinlikle en son okuduğum Karanlığın Sol Eli oldu.


Bilimkurgu edebiyatın en önemli ödüllerinden Hugo ve Nebula'yı kazanan Karanlığın Sol Eli'nde gezegenler birliği Ekumen'in elçisi Genri Ai birliği temsilen Kış isminde bir gezegendedir. Bu gezegen bizim dünyamıza, Terra'ya çok benzer, sadece yaz aylarında dahi çok soğuktur. Kış'ı, yani kendi ismiyle Gethen'i diğer gezegenlerden farklı kılan şey ise iklimi değildir. Bu gezegendeki insanlar çift cinsiyetli, yani androjendir. Ayın belli dönemlerinde birkaç günlüğüne erkek ya da kadın olurlar, cinsel arzuları yalnız bu günlerde yaşayıp yalnız bu günlerde cinsel birleşmeye hazır olurlar. Elçi Genri Ai böyle bir dünyaya, onları gezegenler birliğine davet etmek için elçi olarak gelmiştir. Genri bize hem bu gezegenin halkını hem de uzlaşma yolunda verdiği çabanın hikayesini anlatır. 


Yıllar önce okumaya yeltenip ilk bölümde pes edip bıraktığım bir kitap olmuştu Karanlığın Sol Eli. O zaman daha önce hiç Ursula okumamıştım tabii, tarzını bilmiyordum. Hem yaşım daha gençti hem de o zamanlar ağırlıklı olarak farklı türde kitaplar okuyordum. Bazı kitapları okuyup anlamak, dahası sevmek için doğru anı beklemek gerekiyor. İyi ki bunun farkında olup Ursula okumaktan vazgeçmemişim, Karanlığın Sol Eli'ni - duyduğum korkuya rağmen - tekrar elime almak cesaretini gösterdiğim için de kendimle gurur duyuyor ve kendimi çok seviyorum. 


"Eğer medeniyetin bir karşıtı varsa, savaştır bu."


Konusundan yukarıda bahsettim ama elbette fazla yüzeysel kaldı. Olayların anlatıcısı yalnızca Genri değil mesela. Onun yanındaki en önemli anlatıcı, Genri'nin birliğe dahil etmek istediği ilk ülkenin başbakanı Estraven. Kitap Estraven'in elçinin davette bulunduğu birlik konusundaki politikasını değiştirmesiyle ve bunun sonucunda hain ilan edilip ülkeden sürülmesiyle başlıyor aslında. En büyük destekçisini kaybeden Genri Ai de gezegendeki farklı ülkeleri, toplulukları birliğe davet etmek üzere yollara düşüyor. Bu iki önemli karakterin yolları elbette yeniden kesişiyor, ama nasıl! 

Bu iki anlatıcının yanında, bölümler arasında birkaç sayfa süren, Gethen topraklarına ait efsanelere, söylencelere yer verilmiş. Bunlar tanrısal bakış açısıyla anlatılıyor. Bu bölümler de bence çok etkileyiciydi.

Bu anlatımlar arasındaki farklılıklar bulunması da benim çok hoşuma gitti. Tek bir yazarın elinden çıksa da Ursula farkı karakterlerin sesiyle konuşmasını ustalıkla başarıyor. Başlıklarda belirtilmese de bir bölümü okurken anlatıcı değişmişse, bunu kullandığı dilden anlamak gayet mümkündü. Yazarın değişik sesleri belirgin ve ayırt edici şekilde duyurmayı başarması okuma keyfini de kat kat artıran bir unsurdu bana göre. 

Anlatımla ilgili hoşuma giden bir başka şey ise farklı bir dile ait sözcüklerin, terimlerin yine ustalıkla kullanılmış olmasıydı. Bazı kelimeler kafamda hala oturmasa da bunların kullanılmış olması kurgunun temelini sağlamlaştıran, gerçekçiliğini artıran bir durumdu. Abartılı ve gereksiz kullanımlardan elbette kaçınmış Ursula ama çevrilmesi olanaksız olan kelimeleri olması gereken bağlam içinde kullanırken bu kelimeleri, onları bizim gibi sonradan öğrenen ve onlara yabancı olan Genri Ai üzerinden anlatmaya çalışmış. Her birinin birebir karşılığını vermiyor, çünkü gerçekliğe de uygun olan budur. Her dilde farklı dillerde karşılığı olmayan, anlam yoğunluğu yüzünden tek kelimeyle çevrilemeyen kelimeler vardır. Yine metinde yabancı kalan ama yeri geldiğinde kullanılan bu sözcüklerin metne ayrı bir zenginlik kattığı görüşündeyim.


"Ulaşılacak bir sonu olan bir yolculuk yapmak iyidir, ama asıl önemli olan yolculuktur."


Bu sözcükleri sürekli gözümüze sokmadığından, abartılı kullanımlardan kaçındığından bahsettim, aynı durum kitapta geçen olaylar, diyaloglar için de geçerli. Ben her zaman Ursula'nın kitaplarında detaysızlıktan yakınırım, daha doğrusu çok fazla şey anlatabilecekken neden bu kadarını anlattı, neden daha fazlasını bizden esirgedi diye düşünürüm. Bu sefer bu düşünce aklımın ucundan dahi geçmedi çünkü her şey son derece olması gerektiği gibiydi. Ne eksik ne de fazlaydı. Oysa böyle bir konuyu ele alırken, yani özellikle de o dönemde, alt metninde toplumsal cinsiyet sorununu irdeleyen bir kitap yazarken yazarın bu konuyu sivriltip didaktizme fazlasıyla kaçması, hatta belki biraz agresif bir tutum sergilemesi beklenebilir. Ben de böyle olabileceğini düşünüyordum okumadan önce ama Ursula, okura da yoğun düşünme fırsatı veren hafif ama etkili dokunuşlarla, vurucu cümlelerle yapmış tüm eleştirilerini. Düşüncelerini paragraflar boyunca sıralamak veya diyaloglar halinde karakterlerini bu düşünce etrafında tartıştırmak yerine, birkaç kısa cümleyle okura ana-fikri vermiş, ona bu ana-fikir üzerinde düşünme ve sorgulama olanağı tanımış. Kısacası kitapta ne gereksiz bir olay, ne gereksiz bir diyalog ne de gereksiz bir düşünce akışı var. Her sayfası dolu, doyurucu ve okuru hem kurgusal hem de düşünsel yönden besleyen bir kitap. Hatta açıkça söyleyebilirim ki okuduğum en doyurucu Ursula K. Le Guin kitabı Karanlığın Sol Eli oldu. 


Kitabı çok sevmemin bir başka nedeni de kitabın ikinci yarısında yapılan yolculuğun, zorlu maceranın gerçekten tüm ayrıntılarıyla anlatılmış olmasaydı. Yazarın "bu çok zor bir yolculuk olmuştu" demeyip de bunun gerçekten zor bir yolculuk olduğunu göstermesi, okura adeta bu yolculuğa eşlik etmiş hissi vermesi benim için bu romanı başarılı kılan noktalardan birisi. Edebiyattaki "show, don't tell" kuralının en başarılı uygulamalarından biri bence bu yolculuk anlatısıydı. Sadece yüzeysel, millerin kat edildiği maddi bir yolculuk da değildi bence bu. İki kişinin birbirlerine doğru, aynı zamanda kendilerine doğru yaptığı anlamlı, duygusal bir yolculuktu da. Bu kadar güzel bir yol tasvirini en son Yüzüklerin Efendisi'nde okumuştum sanırım, Karanlığın Sol Eli'nde anlatılan da tadı damağımda kalan bir yolculuk oldu.


"Karanlığa ve bitmemiş Yaratılış'a şan olsun!"


Ursula'nın anlatısında cinsiyetsiz bir toplum için dahi nötr zamir olarak "he/his/him" belirteçlerini kullanması eleştirilmiş gördüğüm kadarıyla. Feminist söylem ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği, toplumsal cinsiyetin yarattığı, hayatın her alanında etkisini gösteren düalizm eleştirisi temelinde kaleme alınan bu eserde yazarın bu zamirleri kullanması yadırganmış. Bana kalırsa bu, yazarın bu tercihi, eleştirdiği şeylerle ters düşmüyor çünkü kitabın karakteri Genri Ai bu düalizmin etkin olduğu bir toplumda yetişmiş, toplumsal cinsiyetin yarattığı kalıplar ona da etki etmiş, doğal olarak kullandığı dile de yansımış bu etki. Zaten anlatı boyunca Genri Ai bu konuda yer yer bocalıyor, karşısındakini hangi zamirle tanımlaması gerektiğini bilmiyor ve yazdığı dilin sınırları dahilinde bir tercih yapıyor - ki bu tercihi de aslında onun zihninin dahi toplumsal cinsiyetten kaynaklanan bir düalizm ile şekillendiğini gösteriyor. Bu durum da bana kalırsa insanı  dilin karekteri ve sınırları, bu sınırların insanın düşünme şekline etkisi gibi konular hakkında düşünmeye, bu konulara yönelik eleştirel bir bakış kazanmaya itiyor.


Kitabı ne kadar övsem az gerçekten. Beğeneceğimi düşünüyordum aslında ama bu kadar hayran olacağımı tahmin etmiyordum gerçekten. Kitabı okurken sürekli bir daha ne zaman okurum onu düşündüm. Dediğim gibi kitap yazardan okuduğum en doyurucu kitap oldu. Okuyacağım daha bir sürü kitabı olduğu için çok seviniyorum. 


Karanlığı Sol Eli çok çok çok güzeldi. Bu kitapla Ursula'ya olan hayranlığım kat be kat arttı. En kısa zamanda bazı şeyleri unutup yeniden okumak için sabırsızlanıyorum. Şimdilik döngünün devam kitaplarıyla ilerleyeceğim. Sırada Dünyaya Orman Denir var, ondan sonra Mülksüzler. Özellikle Mülksüzler için aşırı heyecanlıyım.


İyi ki yazmışsın Ursula!




Siz Karanlığın Sol Eli'ni okudunuz mu?
Hakkında ne düşünüyorsunuz?
Benimle paylaşın!

Yorum Gönder

6 Yorumlar

  1. le guin kitaplarının birçoğunu çeviren metis çevirmeni izmirli çiğdem erkal ipek :)

    YanıtlaSil
  2. Mülksüzler'e ilk başladığım zaman geldi aklıma, bende şöyle bir başlayıp ay yok bu ne diyip bırakmıştım. Geçen yıl, bşrçok Ursula kitabı okuduktan sonra geri dönüp okudum ve çok sevdim.

    YanıtlaSil
  3. Bu kitap için zamanımın geldiğini düşünmüyorum ama ilerleyen yıllarda mutlaka okuyacağım.

    YanıtlaSil