Öyle bir meslek düşünün ki icra eden kişi işini iyi yaptığı ölçüde kayboluyor, görünmez oluyor. Bu özelliğinden dolayı çoğunlukla unutuluyor, hakkı teslim edilmiyor, yokmuş gibi davranılıyor.
Tahmin edebildiniz mi? Özellikle biz kitap kurtlarını da çok yakından ilgilendiren bir meslekten bahsediyorum : çevirmenlik.
Blogumu yakından takip edenler benim de bir çevimen adayı olduğumu biliyordur. Belki de bu konuda bu yüzden çok hassasım, bilemiyorum ama farkındalık oluşturmak adına ben de birkaç şey söyleyeyim, birkaç kişiye ulaşayım dedim.
Türkiye'de çok değer verilmeyen, dil bilen herkesin yapabileceğinin düşünüldüğü bir alan bizimki. Her meslekte olduğu gibi çeviri işinde de tabii ki belli kurallar, yöntemler ve en önemlisi de incelikler var. Teknolojinin ilerlemesi ve çeviri yapan cihazların geliştirilmesi birçok çevirmeni korkutuyor ve geleceğe yönelik endişelendiriyor. Meslek ölür mü diye kaygılandırıyor.
Zaten değer verilmeyen bir meslek olan çevirmenlik, gelecekte yerini gerçekten de elektronik cihazlara mı bırakacak?
Bana sorarsanız, hayır bırakmayacak. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin bu aletler, mesleğin eğitimini almış yetkin bir çevirmenin yaptığı işe tercih edilmeyecek. Neden mi? Çünkü bizim işimiz dil ile ve dil, yaşayan bir şeydir, canlı bir varlıktır. Değişime diğer canlılar gibi açıktır ve onu aktaran kişi de bir canlı olmadığı sürece, ondaki değişim ve gelişime ilk elden tanık olmadığı sürece bu aktarımın çok da sağlıklı olduğundan bahsedilemez.
Belki teknik çevirilerde - edebiyat dışı çevirilerde - bu konu farklı olabilir, içinde duygu, hissiyat olmayan metinleri bir makineye okutup bunu kelimesi kelimesine çevirtip cümle dizilimini erek dile uygun hale getirebilir ve görece yeterli bir çeviri metin elde edebilirsiniz ki bu da bence bugünün şartlarında pek mümkün değil. Makine çevirisini kontrol edip varsa yanlışlarını düzeltecek kişilere her zaman ihtiyaç var. Kısacası makineler hala, gözü kapalı güvenebileceğimiz çevirmenler değiller.
Gelgelelim söz konusu edebiyat çevirisiyle, bir makine asla bir çevirmenın yerini alamaz. Altını çiziyorum, asla.
Böyle bir işlem yapabilen bir makine üretilirse gelecekte, o ancak bir yapay zeka olabilir. Ve yapay zeka denen olay gerçekleşirse de zaten çeviriden başka endişelenmemiz gereken daha büyük şeyler olacaktır muhtemelen.
Tarihte en eski çeviriler kutsal metin çevirileridir ve bu metinler çevrilirken, çevrilen kutsal bir şey olduğundan, Tanrı'nın kelamı olduğundan çevirmenler çok da dokunmak istememişler metinlere. Kelimelerin anlamlarını olduğu gibi yazıp bırakmışlar, cümle dizilimine bile karışmamışlar. Anlama ve yorumlama işini tamamen çevirinin okuyucusuna bırakıp köşelerine çekilmişler.
İşte, çevirmenin böylesine az müdahale ettiği bu tip - kelimesi kelimesine - çeviriler, çevirmeni olduğu gibi gördüğümüz, varlığını en çok hissettiğimiz çevirilerdir. Metinle aramızda duran bu aktarım öğesi öyle somut bir şekilde gözlerimizin önündedir ki onu yadsımamız imkansızdır.
Kötü çevirileri hemen fark etmemizin nedeni de budur. Çevirmen kaynak metne çok az müdahale etmiştir, olanı olduğu gibi verip metnin anlamına, biçemine karışmamıştır. Kötü çevirmiştir, bu yüzden onu görürüz. Eserle aramızda duruşu bizi rahatsız eder, onun varlığı bizi eserin yazarına götüren yoldaki engebedir, taştır, yokuştur. Yazarla aramıza çekilen kara bir perdedir.
"Çevirmenler ninjalara benzer. Onları fark ediyorsanız, işlerini iyi yapmıyorlar demektir."
Şöyle düşünün, örneğin Yüzyıllık Yalnızlık eserini çok ama çok beğendiniz. Öyle ki bu kitaptan sonra Marquez'in anlatımına aşık oldunuz ve bütün kitaplarını okumak istediniz. İşte, siz de bu duyguyu uyandıran unsur yüzde altmış yazarsa, yüzde kırk da çevirmendir. Çok beğendiğiniz bir eseri başkalarına anlatırken yazara övgüler yağdırırsınız fakat belki de çevirmenin adına dahi bakmamışsınızdır. Bu da çevirmenin kendisini söz konusu yazarda ne kadar iyi erittiğini, ne kadar o olabildiğini gösterir aslında.
Eğer çevirmen bir yazarın okuduğunuz ilk eserini kötü çevirmişse, o yazara karşı hisleriniz okuduğunuz çeviri esere göre şekillenecektir. Yazarın diğer kitaplarını okumak isteğiniz buna göre değişecektir. Kısacası bir çevirmen, çevirdiği eserin yazarının erek dilindeki temsilidir ve okuyucu da o çeviri ölçüsünde yazarın gerçek eserine yaklaşabilir, ya da uzaklaşabilir.
Garip olan tam olarak bu mesele. Çevirmen, eseri iyi çevirdiği ölçüde kaybolur. Metne müdahalesi çoktur. Onda hem anlam hem de biçem kaygısı vardır ve aynı zamanda ana dilindeki söyleyişe de önem verir. Eserin çeviri kokmaması için iletiyi en doğal şekliyle ifade etmeye uğraşır. Eseri ana dilinde okuyan okuyucuda yazarın bıraktığı hissin aynısını, erek kitleye vermeye çalışır. Onun derdi okurla yazar arasından çekilmek, onları baş başa bırakmaktır, hatta ve hatta "o yazar" olmaktır. Dolayısıyla onunki Suut Kemal'in de dediği gibi bir fedakarlık, bir feragat işidir.
"Sözcükler, dünyalar arasında seyahat eder; şoförlüğü ise çevirmen yapar."
Velhasıl, edebi çevirmenler böyle müstesna bir yere sahipken, çok ama çok beğendiğimiz kitapların yazarlarını bilirken, çevirmenlerinin adını neden bilmiyoruz? Hatta merak edip bir kez bile bakmıyoruz? Çevirinin güzelliğinden kitabı anlatırken neden bahsetmiyoruz?
Bunu kendimde de fark ettiğim için üzerine bir şeyler yazmak istedim. Arkadaşlarımla konuşurken, adını bildiğim belli başlı çevirmenleri, kötü çeviri yaptıkları için tanıdığımı fark ettim. Oysa en sevdiğim ve okurken büyük keyif aldığım dünya klasiği Jane Eyre'in çevirmeninin adını hatırlamıyordum. Bu beni hem çok şaşırttı hem de çok üzdü. Sonra da üzerine epey düşündürdü.
Okurken varlığını hissetmediğimiz, bize ana dilimizdeymiş gibi okuma keyfini tattıran çevirmenlerin haklarını vermek gerekiyor. En azından keyifle okuduğunuz bir kitabı arkadaşınıza anlatırken, çevirisinin güzelliğinden de şöyle bir bahsediverin, blogunuzda yorumunu yazarken mümkünse çevirmenin adını bir kez zikredin. Ne de olsa size o kitabı keyifle okutan onun o görünmez, hayalet çevirmeni.