Demir Ökçe / Jack London | Kitap Yorumu


Demir Ökçe

Jack London

Çeviren : Osman Çakmakçı


Demir Ökçe zamana meydan okuyan, yazıldığı dönemin sınırları içinde asla kalmayan ve hatta geleceğe seslenen bir yapıt.

Muh-te-şem bir kitabı okuyup bitirmiş olmanın verdiği keyfin hiçbir şeye bedel olmadığını belirterek başlamak istiyorum.

Herkese merhaba,

Uzun zamandır kitap yorumu yazısı yazmıyormuşum gibi geliyor ama aslında bu ayın dördüncü kitabını henüz bitirdim. Bununla birlikte iki kitabı yorumlamış olacağım, Otostopçu'nun yorum yazısını ise seriyi bitirdiğimde yazacağım.

Falan filan işte.

Jack London her kitabının ardından sevdiğim yazarlar kategorisinde bir tık yukarı çıkıyor. Onu okumaya ben çoğunluğun aksine "Martin Eden" kitabıyla başlamıştım. Çoğu kişinin aksine diyorum çünkü Jack London deyince akla gelen büyük oranda Beyaz Diş, Vahşetin Çağrısı ya da Demir Ökçe oluyor. En azından benim edindiğim izlenim bu yönde.

Martin Eden gibi bir başyapıtı okuduktan sonra ister istemez Jack London bütün kitaplarını bir anda okumak istediğim bir kalem oldu. Fakat şu zaman probleminden dolayı, bir de okunacak listemin yeterince kabarık olmasından ötürü Jack London kitaplarını aralarını çok uzatmamaya özen göstererek yavaş yavaş okuyorum. İyi de oluyor aslında, böyle sindire sindire, keyfini çıkara çıkara. Oh..

Demir Ökçe, uzak bir gelecekten, 2700'lü yıllardan, Amerika'daki işçi sınıfının kapitalizmi yendiğini, sosyalist devrimin gerçekleştirdiğini anlatan bir hikaye. Devrimin sürecini, kahramanlarını, fedakarlıklarını, üst sınıfa mensup bir genç kadının gerçekleri görmesiyle beraber okuyucusuna da aktardığı tarihi bir belge.  

Nereden baktığınıza bağlı olarak bu, hayalini kurduğunuz bir dünya ya da ancak kabuslarınıza gördüğünüz bir felaket. Şirket sahipleri, para babaları ve bunlara çanak tutan hükümetler için bir distopya, London gibi bir sosyalist devrimci için ise bir ütopya.

Bilindiği üzere, ya da öğrenileceği üzere, London Amerikalı sosyalist bir yazar. Doğa tasvirlerinin ve ruhsal çözümlemelerin ön plana çıkmadığı - Beyaz Diş, Vahşetin Çağrısı gibi - kitaplarının haricinde genelde romanlarında sosyalist propagandayı belirgin bir şekilde işleyen, kurgusunu bu tema etrafında şekillendiren bir yazar. Henüz dört kitabını okumuş biri olarak yaptığım genelleme ne kadar doğru bilmiyorum ama yazar hakkında yazılan çizilenler doğrultusunda yaptığım bir çıkarım bu aynı zamanda. 

Romanlarında kendi kişiliğini fazlasıyla ana karakterlerden birinde gösteriyor London. Martin Eden romanında resmen Martin Eden kendisiydi; yaşadıklarının bir kısmı kendi hayatındaki deneyimlerle neredeyse aynıydı; düşünceleri, mentaliteleri zaten bir. Bu bakımdan kitaplarını okudukça yazarın düşünme şeklini, savunduğu fikirleri açıkça görmek, anlamak mümkün.

Demir Ökçe'de de durum farklı değil. 

Biz zavallı insanlar, kendi sonlarımıza işte böyle ulaşıyor, dünyaya sonsuz barış ve mutluluğu, katliamla ve yok ederek getirmeye çabalıyoruz.

Kitapla ilgili benim ilgimi en çok çeken şey ilk distopya örneği olarak kabul edilmesi ve 1984 ve Cesur Yeni Dünya gibi eserlerin öncüsü konumunda olmasıydı. Cesur Yeni Dünya'yı henüz okumadım fakat 1984'deki antikomünist politikaya bakacak olursak Demir Ökçe bu kitabın tam zıddı. Sosyalist Devrim'in başarıyla gerçekleştiği bir dünya düzeninden bahsediliyor, dahası oradan sesleniliyor okuyuculara. Kendimi hazır hissettiğim bir dönemde, çünkü bunu yapmak epey kitap okumak ve araştırma gerektirecek, bu iki kitabı tekrar okuyup karşılaştırmak da istiyorum. 

Kitabı sosyalist, kendini devrime adamış Ernest Everhard'ın eşi Avis'in bakış açısından okuyoruz. Hikayeye yazar tarafından zekice düşünülmüş dipnotlar mevcut ve bunları aslında Avis'in el yazmalarını yayına hazırlayan kişi gözüyle eklemiş London. Burada bir şikayetimi dile getirmeliyim. Bu dipnotları okurken ben, genelde olduğu gibi çevirmen notu sandım ve dolayısıyla dipnotlarda bahsi geçen kişileri, olayları, durumları gerçek sanıp bir yanılsama yaşadım. 

Daha sonra bu anekdotların da kurguya ait olduğunu anladığımda önce yayınevine kızdım. Romanın aslının başında bir önsöz bulunuyormul, araştırmalarımdan öğrendiğime göre. Bu önsözü Avis'in el yazmalarını kitaplaştıran, yayına hazırlayan kişi yazıyor ve bir takım önemli açıklamalar veriyor okura. Yani sizi okuyacaklarına hazırlıyor, aklınızda soru işareti oluşmasın, okurken beyniniz bulanmasın diye. Fakat nedendir bilinmez, bizim yayınevleri bu önsözü basmıyorlar kitabın başında. Sadece bir yayınevinin buna dikkat ettiğini okudum bizde ama adını hatırlamıyorum ne yazık ki. 

Bu olumsuzluk bir yana, verilen açıklamaları okuması öyle eğlenceliydi ki kurguya yerleştirilmiş bu hoş detay çok hoşuma gitti. Ayrıca kurgunun gerçekliğini de sağlamlaştırıyordu bence. 

Siyasetçiler de uşaktan başka bir şey değillerdir. 

Aslında Demir Ökçe size yaşananlardan, yaşanmakta olanlardan ve yaşanacaklardan farklı bir şey sunmuyor. Okuyan, araştıran ve sorgulayan her okur için Demir Ökçe bildiklerini başka bir gözden tekrar okumak yalnızca. Bir insanın kapitalist düzenin çarpıklıklarını kendi gözleriyle görmesi ve sosyalizme inanmasını, devrime katılmasını okuyoruz kısacası. Buna rağmen ben, zaten farkında olduklarımı okurken çoğu zaman sinirlendiğimi hissettim. Kurgu olmasına, yeri geldiğinde abartıya kaçmasına rağmen bunun gerçeklikten çok da farklı olmadığını en çarpıcı şekilde bir kez daha gördüm. 

Ernest'in düzen hakkında yaptığı tartışmaları yazarken yazar Sokrates yöntemini kullanmış. Devlet'i okuyanlar bilir bu tarzı. Yeri geldiğinde karşısındakine sorular sorarak yeri geldiğinde kendisini yanlışlamasını talep ederek sürdürülen bu tartışmaları okumak benim çok hoşuma gitti ve bu üslubu kullanmak yerinde bir seçimdi. Kişiyi ikna etmek için güzel bir yol olduğunu düşünüyorum; tabii karşınızdaki açık görüşlü biriyse.

Son bölümleri okurken cidden gerildiğimi söylemeliyim. Ayrıca sonuyla ilgili çok olumsuz eleştiri gördüm. Buna rağmen benim çok hoşuma giden bir şekilde bitti kitap. Okumayanlar için spoiler olmasın diye daha fazla bir şey söyleyemeyeceğim ama kitabın sonu cidden çok gerçekçi ve bir o kadar da insanı ortada bırakan bir sondu. Ölüm gibi.

Kitaptaki romantik havayı da çok sevdim ben. Pek ön planda olmasa da Ernest ve Avis'in aşkı bence çok özel, çok kendine özgüydü. Özellikle Avis'in Ernest'a aşık olma serüveni çok hoşuma gitti. Çünkü bir bakımdan sadece ona aşık olmakla kalmamış, fikirlerine, savunduklarına ve çabaladıklarına da ortak olmuştu. 

Kitapta çok yeri işaretledim ve bir kere okumakla kalınmayacak, kalınmaması gerektiğini düşündüğüm bir kitap oldu. Yıllar geçtikten sonra bir kez daha okuyacağım ve belki de yakalayamadığım noktaları bulup çok farklı çıkarımlarda bulunacağım. Zaten bence Demir Ökçe'nin en güzel özelliği, onu bir başyapıt yapan şey de bu: zamanın içinde eskimemesi, güncelliğini hep koruyacak olması. Hangi dönemde okursanız okuyun içinde tanıdık bir şeyler olacak ve sizi içinde bulunduğunuz zamana ya da geleceğe karşı uyaracak nitelikte bir kitap. 

Herkesin okuması gerektiğini düşünüyorum çünkü kitabın ele aldığı konu hepimizi ilgilendiren, hepimizin farkında olması gerektiği bir konu. Kurgu yanındansa ideolojik yanının ağır bastığı göz önüne alınmalı okumaya başlanmadan önce. Sizi düşünmeye, sorgulamaya itecek pek çok hakikati yüzünüze çarpıyor. 

Bir kez daha söylüyorum, okunmalı, okutulmalı. Demir Ökçe zamana meydan okuyan, yazıldığı dönemin sınırları içinde asla kalmayan ve hatta geleceğe seslenen bir yapıt. London'ın kalemine sağlık!


Siz Demir Ökçe'yi okudunuz mu?

Hakkında neler düşünüyorsunuz?

Benimle paylaşın!


Yorum Gönder

10 Yorumlar

  1. Jack London kitaplarına ben de en kısa zamanda başlamak istiyorum Gözde'cim, ilk aklına gelenlerle ilgili de olumsuz yorum okumadım.
    Şu aralar modern klasikler dizisine ara verdim, dönüşümü London ile yapayım en iyisi ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Başla hemen bence de, sonra durmak istemeyeceksin :')

      Sil
  2. Demir Ökçe'yi küçükken okumuştum sanırım, pek anlamamışımdır diye düşünüyorum :D Şu sıralar, okuduğum klasikleri tekrar okuma gibi bir düşüncem var, bakalım uygulayabilecek miyim :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence de tekrardan okumalısın, hatta ben bile ileride bir kez daha okumam gerektiğini düşünüyorum :D

      Sil
  3. London ile daha tanışamadım ben :-( Elimde Beyaz Diş var ama eylül ekim gibi okumayı planlıyorum. eğer seversem devamını getiririm.

    Bizim Kitap Ağacı Adana grubumuz bu kitabı birkaç ay önce okudular ama ben elimde olmadığı ve distopya olduğu için okumamıştım. Keşke okusaymışım diyorum şimdi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bildiğimiz distopyalar gibi değil aslında, her ne kadar türün öncüsü kabul edilse de. Aslında Demir Ökçe daha çok ideoloji, dahası propaganda kitabı bence. Keşke okusaydın ama hala geç değil ki :') Beyaz Diş de çok ama çok güzel bir kitap, nasıl bittiğini anlamayacaksın, çok beğeneceksin bence :')

      Sil
  4. Jack London'dan Beyaz Diş'i ilkokulda okumuştum:)Hala aklımda kalan bir kitap.Demir Ökçe'nin distopik bir kitap olduğunu biliyorum ama hala okuma fırsatım olmadı ne yazık ki.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beyaz Diş gerçekten çok güzeldi, benim de hafızamda yer eden bir kitap olmuştu. Demir Ökçe'yi de beğenirsiniz umarım :')

      Sil
  5. Məncə bizim ortaq yanımız Jack Londonun Martin Edeninin yazıçıdan ilk kitab olmasıdır. Martinin məndəki xüsusi yerini bilirsən. Jack Londonun Martin olduğunu da hələ kitabın ilk səhifəsindən anlamaq olur. Bu mənada bu kitabı mütləq oxumalıyam. Xüsusilə distopya olması 1984 kimi sevdiyim kitabdan əvvəl ilk distopya qəbul olunması da kitabı oxumadan mənim üçün onu üstün etdi. Geriyə yalnız kitabı oxumağa başlamaq qalır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu kitapta da düşüncelerini fazlasıyla yarattığı karakter üzerinden aktarmış Jack London. Yalnız ideoloji olarak 1984 ile çeliştiğini söylemem gerek :') Umarım benim kadar beğenirsin kitabı ^^

      Sil