Yüzyıllık Yalnızlık / Gabriel Garcia Marquez | Kitap Yorumu


Yüzyıllık Yalnızlık

Gabriel Garcia Marquez

Çeviren : Seçkin Selvi


"Yüreğini kolla, ölmeden çürüyorsun."


Yüzyıllık Yalnızlık bitti. Enfesti. Eşsizdi. Okuduğum süre içinde bana öylesine bağlandı ki - evet, ben kitaba değil, daha çok kitap bana bağlandı - peşimi bırakmadı. Karakterleri devamlı arsız hayaletler gibi etrafımda dolandı durdu. Rüyalarımda dahi beni yalnız bırakmadılar. Gözlerim her daldığında oradaydılar. Şimdi, kitabı bitirdiğimdeyse, hayatımdan bir şeyler eksilmiş gibi hissediyorum. Buna rağmen hala orada olduklarından da eminim; kitabın kapağını her araladığımda yeniden bana musallat olacaklarını biliyorum. Karakterlerin, kelimelerin, satırlar arasındaki Marquez sihrinin...

Bununla beraber Marquez'in ilk grup kitaplarını, yani hayali kasabası Macondo'da geçen kitaplarını bitirmiş oldum. İyi mi ettim bilmiyorum gerçi, Macondo'ya veda etmiş gibiyim. Aslında kasabayı, sakinlerini, yaşananları kitaplara hapsedip kitaplığıma yerleştirdirdim. Ne zaman özlem ağır basarsa kitapların sayfalarını karıştırıp Macondo ruhunu şöyle bir hortlatabilirim.

Marquez serüvenime ben, Kırmızı Pazartesi'yle başlamıştım ki o ikinci grup kitapları arasında yer alan bir eserdi. Bu kitap beni benden alınca yazarın öykü derlemelerini okudum. ( Mavi Köpeğin Gözleri ve On İki Gezici Öykü. ) Sonrasında Pınar ablanın yazarla ilgili aldığı derslerden bizimle paylaştıkları doğrultusunda kendime bir "Gabo okuma planı" hazırlamıştım. Onun eserlerini rastgele okumak istemedim ve en baştan, birinci grup kitaplarından başladım. Dolayısıyla yazarı okumaya onun da ilk kitabı olan "Yaprak Fırtınası" ile devam ettim. İlk gruptaki altı kitabı sırasıyla okumak aslında biraz zordu çünkü kitapların sonuncusu Yüzyıllık Yalnızlık'tı. Bazen bir an önce onu okumak istedim, fakat kendimi frenledim. Sırasıyla yazarın Yaprak Fırtınası (1955) , Albaya Mektup Yok ( 1961) , Hanım Ana'nın Cenaze Töreni (1962) , Şer Saati (1962) , İyi Kalpli Erendira (1972) ve sonunda vuslata kavuşup Yüzyıllık Yalnızlık (1967) kitaplarını okudum.


Doğruyu söylemek gerekirse bu yolu izlediğime, Yüzyıllık Yalnızlığı okurken çok memnun oldum, doğru yaptığımı düşündüm. Çünkü Marquez'in ilk grup kitaplarının sonuncusu olan, yani Macondo'danın oluşumu, gelişimi ve sonunu yazdığı bu kitapta önceki kitaplardan izler, gölgeler gördüm. Macondo'da yaşanmış ya da yaşanacak olaylarla ilgili ifadelere rastladım ve bunların tanıdık gelmesi beni çok mutlu etti. Kitaptan aldığım keyif katlanmış oldu. 

Örnek vermem gerekirse, Aureliano'nun bir keresinde ziyaret ettiği Erendira'nın hikayesini anlatıcımız birkaç cümleyle araya sıkıştırıvermiş. Sonraki gün Erendira kasabadan ayrılıyor ve Aureliano onu bir daha görmüyor; fakat biz İyi Kalpli Erendira'nın hikayesini baştan sonra başka bir kitapta okumuştuk zaten. Tanıdık bir yüz görmek öylesine güzel bir histi ki o kısmı birkaç kez okudum dönüp dönüp. 

Sonrasında büyük bir cenaze törenini anlatırken yazar kendisiyle çelişmediğini ispatlamak için, yüzyıl sonra olacak Hanım Ana'nın Cenaze Töreni'nden bahsediyor, ondan sonra en büyüğü olduğunu da vurguluyor. Aylık bağlanmasını bekleyen askerlerden bahsediliyor ki bunlardan birinin hikayesini biz Albaya Mektup Yok kitabında okuduk. 

Bunun gibi birçok örnek mevcut kitapta ve ben okurken mest oldum. Bunu bir okura yaşatabilmek her yazarın harcı değildir. Tutarlılığı korumak, dahası abartmadan, karakterin ya da yaşanmışlığın sırıtmadan hikayeye oturtulması, kurguya serpiştirilmesi bence büyük bir kabiliyet gerektiriyor. Ki zaten burada artık Marquez'in yeteneğinden bahsedecek halimiz yok daha fazla.

"Albay Aureliano Buendia, yıllar sonra idam mangasının karşısına dikildiğinde, babasının onu buzu keşfetmeye götürdüğü o çok uzaklarda kalmış ikindi vaktini anımsayacaktı."

Yazar kitaba her zaman yaptığı gibi vurucu bir cümleyle başlıyor. Karakterin kurgunun bir yerinde geleceği noktayı okurun yüzüne şak diye çarpıyor. Hem şaşırtıyor, hem de meraklandırıyor aynı zamanda. Eğer olaylar böyle bir noktaya geliyorsa, neden bunu en başından söyleyip olayın gizemini çürütüyor diye düşünüyorsunuz ilk önce fakat zaten mesele de bu. Sizi okumaya iten şey karakteri o duruma getiren şeylerin, olay örgüsünün ne olduğunu merak etmeniz. 

Yazar doğrudan sözü geçen anıdan bahsederek kitaba giriş yapsaydı, ki çoğu zaman olan budur, normal bir kitap okur, normal hislerle kitaba devam eder, yukarıda bahsedilen şey vuku bulduğunda da bir anlık şaşırır, kitabı kapatırdınız. Marquez'in farkı da burada yatıyor bence. 

Albay'ın bir gün idam mangasının önüne dikileceğini bile bile, kaçınılmaz, önlenemez olaylar dizisini okuyorsunuz ve merakınız da devamlı canlı kalıyor. Aynı şekilde kurulmuş, geleceğe gönderme yapan cümlelerle sık sık karşılaşıyorsunuz zaten kitap boyunca. Ancak daha önce de söylediğim gibi bu hiçbir şekilde okuma keyfini kaçırmıyor aksine, sayfaları daha bir istekle çeviriyor, bir an önce sonraki cümleye geçebilmek için satırları adeta atlayarak okuyasınız geliyor. 


Marquez'in başardığı şeylerden biri olağanüstüyü olağan halde aktarabilmesi. İnanılmaza inanmamızı sağlayabilmesi. Üslubu okuyucunun anlatılan olayların imkansız olduğunu iddia etmesini engelliyor ve aynı zamanda okuyucunun gerçekliğin sınırlarını sorgulamasına neden oluyor. Bir ifadeyi okuyup böyle bir şeyin olanağı olmadığını düşünecekken verdiği detaylar ve gerçeküstü anlatımıyla sizi ikna ediveriyor hemen. Abartılmış olaylar, anlatımlarla fantastikliği yakalıyor ve bu fanteziyi gerçekliğe dönüştürüp okura sunuyor.

Bir süre sonra buna alışıyorsunuz ve her yeni karakter, her yeni olayda alışılmışın dışında bir şey görmeye hazırlıklı oluyorsunuz. Fakat bu kesinlikle anlatılanlardan keyif almayı bırakacağınız anlamına gelmiyor. Gabo asla klişeleşmez, asla beklendik değildir.

" Ölmek sanıldığından çok daha zor."

Kitabın başındaki aile ağacından da anlaşılacağı üzere kitap bir soyun hikayesi. Buendia ailesinin yedi kuşağının bir sunumu. Kitabı okurken zaten sanki zaman gözlerinizin önünde oradaki gibi akıyor, her satır, her cümle an gibi geliyor insana. Bazen durur da zamanın ne çabuk geçtiğini anlar ve korkarız ya, kitap bana zaman zaman bunu yaşattı. Ne ara onca şey oldu, ne ara kurgu bu kadar akıp gitti anlayamıyorsunuz. Kısacası kitap, hayat gibi.

Gerçekçiliğini Colombia'nın tarihi arka planından, büyüsünü de Latin Amerikan'nın kültürü, mitleri ve sembollerinden alıyor. İkisinin harmanlanmasından enfes bir büyülü gerçekçi anlatım meydana geliyor. Colombia'nın savaşlarla geçen yıllarının, muhafazakar ve liberallarin çatışmasının bir yansıması, eleştirel bir dille hikayeleştirildiği bir kitap aslında Yüzyıllık Yalnızlık. 

Ana tema ise tabii ki yalnızlık. Her karakterin kendine özgü bir yalnızlığı var bu kitapta ve isimlerle birlikte nesilden nesile bulaşıyor. Aslında çok göze batmadan kitaba işlenmiş yalnızlık teması. Öyle ki farkına varmadan size bile sıçrıyor, içine çekiyor. Biraz da melankolik bir insansanız kitaptaki bu yalnızlıkta kendinizi kaybetmeniz işten bile değil. 

Bu bağlamda benim en ilginç bulduğum karakter, kişiliğiyle ve ruh haliyle olsun, verdiği kararlar ve bunların doğurduğu sonuçlara göğüs germesiyle olsun Amaranta oldu. İlk önce davranışları çok absürt gelmiş olsa da karakterin derinliğini gördükçe, anladıkça tavırlarını, düşüncelerini anlamlandırdığım bir karakter oldu. Aslında bol kadrolu kitaplarda karakterlere bağlanma sorunu yaşıyorum. Hepsi kendi halinde, kendi başlarına gibi geliyor bana fakat bu kitapta her karakter kendi için bana bir şeyler hissettirdi, düşündürdü. 


" İnsan ölme zamanı geldiğinde değil, ölebildiği zaman ölür."

Kitabın arka kapak yazısından da anlaşılacağı üzere Marquez'in bu kitaba yazmasını sağlayan şey geçirdiği çocukluk. Çocukluğunda yaşadığı açıklanamaz olaylar, büyüklerinden dinlediği acayip hikayeler, tanık olduğu tuhaflıklar bu kitabı yazmasındaki en büyük etken. 

Onun da anne tarafından büyükanne ve büyükbabası, büyükbabası birini öldürdüğü için Riohacha'dan Aracata'ya göç etmişler. Büyük anne ve babası tıpkı kitabın başındaki ana karakterler Ursula ve Jose Arcadio gibi kuzenlermiş. 

Marquez çocukken muz katliamını duyar ve dehşete düşer. Onu daha da şaşırtan ise lisede tarih kitabında bu olaya hiç yer verilmemesi, olmamış gibi gösterilmesidir. Kitapta da kurgusal bir şekilde anlattığı bu katliam, Macondo'daki diğer insanlar tarafından hatırlanmaz. Olmamış bir olay gibidir sanki. 

Kitapta beni de şok eden, üzen, dehşete düşüren bir olaydı bu. Onca insanın, 3000 olduğu söyleniyor, katledilmesi, cesetlerin vagonlarla tanışıp denize dökülmesi; buna rağmen kimsenin böyle bir şey olmamış gibi davranması....

Uzun lafın kısası basıldığı günden bu yana yazarının Cervantes ile, eserin ise Don Kişot ile karşılaştırıldığı bu kitap gerçekten de bir başyapıt. Yirminci yüzyılda yazılmış en önemli eserlerden biri. Dilim döndüğünce üzerinde düşündüklerimi yazmaya çalıştım fakat anlatamadıklarım, kelimelere dökemediklerim daha fazla. Düşündürdüklerini yazmak kolay fakat hissettirdiklerini anlatmak imkansız. 

Birinci grup kitaplarını bitirmemin şerefine benim okurken büyük keyif aldığım bir Marquez röportajını çevirip sizlerle paylaşmak istiyorum. Keşke onun kitaplarıyla, o hala hayattayken tanışabilseydim. Ardında böyle kitaplar bıraktığı için ona çok büyük bir teşekkür borçluyum. Huzur içinde yatsın...

Siz Yüzyıllık Yalnızlık'ı okudunuz mu?

Hakkında neler düşünüyorsunuz?

Benimle paylaşın!

Yorum Gönder

10 Yorumlar

  1. Çok merak ettiğim lakin halen okuyamadığım bir yazar kendisi. Çok güzel anlatmışsın bu yıl içersinde bir start vermem lazım sanırım. Yazını okuyunca iştahım arttı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Marquez'i seven çok seviyor, sevmeyen de bir kitabını okuyup bir daha yüzüne bakmıyor. Umarım sen beğenen, seven taraftan olursun. Zaten bir kitabını sevince durduramayacaksın kendini.. Yazım seni teşvik ettiyse ne mutlu bana :') Teşekkür ederim ^^

      Sil
  2. Yazarın daha önce bir kitabını okumuştum.Mavi Köpeğin Gözleri kitabını. Şu anda elimde okunmayı bekleyen üç kitabı var ve kısa süre içerisinde okumalıyım. Yüzyıllık Yalnızlık da en çok merak ettiklerimden :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mavi Köpeğin Gözleri'nde biririnden etkileyici hikayeler vardı, o da çok çok güzeldi. Diğer kitapları da benim kadar seversin umarım :')

      Sil
  3. Öyle güzel anlatmışsın ki bir kaç saniye duraksadım ve üstüne düşündüm yazdıklarının.

    Öncelikle belirtmem gerekir ki, Yüzyıllık Yalnızlık benim de listemde olan, hatta bu yılki klasik kitap okuma şenliği için önümüzdeki aylarda okumayı planladığım bir kitaptı. Ama şu an iyi ki yorumunu okumadan başlamamışım diyorum :) Kitaplarının böyle bir dizilim içerdiğini ve gruplandığını bilmiyordum ve açıkçası çok da araştırmamıştım. Ama yine de hangi kitabıyla başlamalıyım Marquez'e sorusu kafamı kurcalıyordu. Şu an ben de senin gibi yapıp sırasıyla okumak istedim kitaplarını :) Hatta diğer ikinci grubun listesi nasıldır, onu da paylaşabilirsen çok sevinirim :)
    Pınar abla sanırım Pinuccias Books blogunun sahibi Pınar abla değil mi? :D Hemen onun bloguna da bi koşu uğruyorum, bakalım merak ettim onun da yazdıklarını :)
    Çok faydalı ve aydınlatıcı bir yazıydı benim için, yazarlar hakkında böyle bilgiler edinebilmek beni çok mutlu ediyor :)
    Kalemine sağlık gerçekten, çok teşekkürler :) Sevgilerimle :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazımın senin için aydınlatıcı, yol gösterici olmasına çok ama çok sevindim. Bence de o dizilime göre okursan Gabo kitaplarını, daha fazla keyif alırsın.. Pınar abla evet, Pinuccias Books oluyor :D Onun blogunda var bu liste, çalışma ona ait olduğu için ben paylaşmadım ama oradan bulamazsan bana haber ver. Yorumun beni çok sevindirdi, asıl ben teşekkür ederim. Faydalı olabildimse ne mutlu :')

      Sil
  4. Gabo aşkı aşılayan muggle ^.^ Röportajı vizelerle finaller arasında bir yerde bitirmeyi umuyorum, inşallahh :')

    YanıtlaSil
  5. Kitapla ilgili yorumunu cok basarili buldum. Severek okudugum bir kitapti. Oyle ki boyle bir kitaptan sonra ayni tür ile devam etmek iistedim.

    YanıtlaSil
  6. Yorumunuzu çok beğendim..bir garcia marquez daha dünyaya gelirmi bilmiyorum..gerçek bir şaheser..hayatın kendisi..

    YanıtlaSil