Xenogenesis Üçlemesi 2: Erginlenme Ritüelleri / Octavia Butler | Kitap Yorumu
Xenogenesis (Ya da Lilith'in Dölü) Üçlemesi'nin ikinci kısmında bu sefer Oankali'lerin egemenliğinde olan, canlı bir varlık olan uzay gemisinde değil, tanıdık bir yerde, dünyadayız. İlk kitabın sonunda olanların ardından bir süre geçmiş, Lilith'in melez çocuğu dünyaya gelmiş. Adı Akin. Anne-babası insan ama üç tane de Oankali ebeveyni var. Yani Akin yarı insan, yarı Oankali ve bu kitaptaki olayları onun gözüyle okuyoruz (anlatım tanrısal bakış açısıyla olsa da onun duygu ve düşüncelerini takip ediyoruz).
İlk kitaptaki temaların (sömürgecilik, kültür emperyalizmi, güç-ilişkileri vs.) ve ahlaki ikilemlerin ikinci kitapta da tekrar ettiğini görüyoruz. İnsanları, onların yıkımı olduğunu iddia ettikleri "hiyerarşi iç-güdüsünden" dolayı eleştiren ve bu yüzden üreyip çoğalmalarına izin vermeyen Oankali toplumunu bu kez hibrid bir birey olan Akin'in gözünden inceleme fırsatı buluyoruz. Bu açıdan kitabı keyifle okuduğumu söyleyebilirim. Akin'in hem Oankalileri hem de insanları objektif bir bakışla anlamaya çalışması bu sırada bizim de esasında yabancı olduğumuz Oankaliler hakkında daha sağlıklı bir fikir edinmemizi sağlıyordu. İlk kitapta onları salt insan olan Lilith'in gözünden görmüştük. Lilith onların "tuhaflığını" kabul etmiş ve buna direnmemiş bir insandı; başından itibaren onlara sempatiyle yaklaştığını bile söyleyebiliriz. Oankaliyi bir kurtarıcı olarak görmüş ve "takas" dedikleri şeyi, soylarını devam ettirme karşılığında yapmaları gereken fedakarlığı makul bulmuştu. Diğer yanda ise, buna direnen bir grup insan vardı.
Akin, işte bu direnişçi insanlarla vakit geçiriyor ve onların ortaya koyduğu bu direnişin altındaki psikolojiyi anlamaya, onlarla empati kurmaya çalışıyor. Okur olarak biz de bu kısımları okurken şunu soruyoruz: üreme hakkı elinden alınmış, buna rağmen uzun bir yaşamla ödüllendirilmiş (?) bir topluluk yaşamaya devam etme motivasyonunu nerede/neyde bulur? Devam etmek için herhangi bir nedeni olur mu? Üreme, soyunu devam ettirme canlıların temel iç-güdüsüyse, bu elinden alındığında insan nasıl hisseder, nasıl davranır? Kitap elbette bu sorulara doğrudan yanıtlar vermiyor, yalnızca bunları sormanızı sağlayacak kesitler sunuyor ve sizi düşüncelerinizle baş başa bırakıyor.
Herkes üreyip dururken "böyle bir dünyaya çocuk getirmek istemiyorum" demesi kolay (ki ben de öyle diyorum). Ama hiçbirimizin üreyemediğini bir düşünün. Bizimkisinin son insan nesli olacağını. O zaman hayatımız nasıl olurdu? Binalar inşa etmeye, romanlar yazmaya devam edebilir miydik? Elli veya yüz yıl sonra yeryüzünde hiçbir insanın kalmayacağını bilsek bunları yapmak içimizden gelir miydi yoksa boşuna mı derdik? Acaba gerçekten de bugünü yaşanır kılan şey insanlığın bir şekilde devam edeceğinden, anne/baba olmasak bile "çocuklarımızın" bir geleceği (kötü de olsa) olduğundan emin oluşumuz mu?
Kitabı en çok sorgulattığı bu şeyler nedeniyle sevdim. Hikayesi de oldukça akıcıydı, yalnızca üçüncü bölümde temposu biraz düşer gibi oldu ama son çeyrekte yine hızlandı ve merakla okuttu kendini. Akin karakterinden çok hoşlandım. Ergin halini okumak için de sabırsızlanıyorum.
Yorum Gönder
0 Yorumlar