Aden / Stanislaw Lem | Kitap Yorumu

 

Aden, Stanislaw Lem'den okuduğum üçüncü, bu üç kitap arasından en sevdiğim ikinci kitap oldu. Yenilmez hala yazardan okuduğum en iyi kitap konumunda. Aden'i de genel olarak sevdim, ikinci sıraya yerleşmesinin nedeni Yenilmez kadar kolay okunmuyor oluşu oldu.


Kitap, altı kişilik mürettabatı olan bir uzay gemisinin geçirdiği kaza anıyla başlıyor. Mürettabat yollarının üstündeki göz alıcı Aden gezegenine yakından bir bakmak istiyor ama işler ters gidiyor ve kazayla gezegene beklenmedik bir iniş yapmış oluyorlar. Gezegenle ilgili bilgileri yok denecek kadar az aslında, daha önce insanların inmediği bir gezegen burası. Meraklı ve kazazede ekibimiz bir yandan gemiyi tamir etmeye girişirken bir yandan da gezegenle ilgili olabildiğince çok şey öğrenmek için kolları sıvıyor.


Kitabın çok ilgi çekici bir girişi olduğu konusunda okuyan herkes hemfikir olacaktır. Merak uyandırıcı bir girişin ardından bir süre daha hikayeyi büyük bir merak ve heyecanla okuyorsunuz. Neler olacak, ekip nelerle karşılaşacak, gezegenin yerlileri nasıl, onları nasıl karşılayacaklar gibi sorular heyecanınızı canlı tutacak. Ne var ki bir süre sonra, kitabın yarısına yaklaştıkça temponun düştüğünü fark edeceksiniz çünkü sorularınızı yanıtlamaya yarayarak ipuçları ortaya çıksa da okumanın, daha doğrusu odaklanmanın zorlaştığını hissedeceksiniz. Lem'in yaptığı müthiş yoğun, ayrıntılı tasvirler hayal-gücünüzü zorlayacak çünkü. Gözünüzde canlandıramadığınız betimlemeler okuma keyfini olumsuz etkileyecek, ilerlemenize dahi engel olabilecek düzeyde karmaşık. Elbette yüzde yüz sebebi budur diyememekle birlikte bu duruma biraz da çevirinin çevirisini okuyor oluşumuz etki ediyor olabilir.


Ortada ipuçları var evet ama, ne olduklarını tam olarak kavrayamadığımız için de sorularımıza yönelik bir teori de geliştiremiyoruz pek. Şu şöyle bu böyle olabilir, diyemiyoruz. Keza ekip de kitabın sonuna kadar sürekli kafa karışıklığı yaşıyor. Ellerindeki verilerle çıkarım yapmaya çalışsalar da sağlıklı ve net bir sonuca ulaşamıyorlar. Yine de şöyle bir artı var: neler olduğunu tam olarak anlamlandıramasak da ekibin konuşmalarından, diyaloglardan, sonradan yapılan açıklamalardan vs. neler olduğuna, ne gördüklerine dair bir fikir edinebiliyoruz. Aslında olayın özü de tasvirlerin ötesinde olduğu için bu betimlemeler kısmı size kitabı bıraktırmadıysa sonunda kitabın lezzetine varabilmiş oluyorsunuz bana göre.


Ben kitabın yarısında, bu betimlemelerin en yoğun olduğu kısımlarda pes etmenin eşiğine geldim, çünkü gerçekten okuduklarımdan hiçbir şey anlamıyordum. Sadece kelimeleri görüyor gibiydim. Karakterlerden biri olan Kimyager'in şu sözleri hislerime tercüman oluyordu: "...Kendimi yanlış cümlelerin olduğu bir metni okumaya çalışır gibi hissediyorum." Bu cümleyi okuduğum anda yalnız olmadığımı, kitabın karakterlerinin de benim gibi bu anlaşılmazlık ve belirsizlik içinde çaresiz hissettiğini düşündüm. Onlar pes edemezdi, çünkü bu onlar için ölüm-kalım meselesiydi (bir de onlar kurgusal karakterdi ama konumuz bu değil). Ama içimden bir his devam etmemi, karakterleri bu ortak çaresizliğimiz içinde yalnız bırakmamamı söyledi. Şimdi iyi ki o sesi dinlemişim diyorum.


Kitap boyunca ve özellikle kitabın sonlarına doğru ekip içinde yapılan tartışmalar, son derece kaliteli ve genelde sessizliklere neden olan, yani insanı içine döndürüp düşünmeye iten sorgulamalara neden oluyordu. Mesela bu sorgulamalardan biri, tümüyle açıklanamaz olana karşı insanın saçma bir çaba ve ısrarlı bir tavır içine girmesi ve beyhude yere onu kendi normları çerçevesinde açıklamaya çalışması meselesi. Olması gerekene - "olması gereken" olduğunu düşündüğümüz şeye - nasıl da takıntılı olduğumuz meselesi. İşte bu bile insana gerçekten de bildiğimiz tek şeyin hiçbir şey bilmediğimiz gerçeği olduğunu hatırlatıyor.

İşte bu ve bunun gibi başka felsefi, kitabın sonlarına doğru da etik anlamda sorgulamalar kitabı okumaya değer kılıyor bana kalırsa. Karanlık bir havası da var kitabın, sonu – ekibin akıbeti değil de öğrendikleri gerçekler son derece üzücü. Bu noktada da okur ben olsam ne yapardım sorusuyla baş başa bırakılıyor bir miktar.

Kısacası Aden okuması, odaklanması zor ama anlattığı hikayenin sıra-dışılığı, vermek istediği mesaj ve içerdiği felsefi sorgulamalar itibariyle dopdolu bir kitap. Sürükleyicilik ve olay-odaklılık sizin için çok önemli değilse, yoğun ve anlaşılmaz tasvirlere katlanabilirseniz, bilim-kurgu seviyorsanız ve düşünmeye teşvik edici metinlerden hoşlanıyorsanız Aden’e bir şans verebilirsiniz. Ama belirtmeden geçmemek gerek, bence Stanislaw Lem’e başlamak için doğru bir kitap değil. 


Yorum Gönder

5 Yorumlar

  1. Günaydın.
    Hem yazarı hem de kitabı hiç duymaıştım. Teşekkürler paylaşım için.
    Bilim kurgu veya fantastik kitapları severim...kitaba dnk gelirsem yazdıklarınız aklımda olacak :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beklentiyi doğru ayarlamak çok önemli, kitaptan alınan keyfi büyük oranda etkiliyor. Bu zorlu tasvirleri göz önünde bulundurup başlarsanız, siz de beğenebilirsiniz kitabı belki. Okuyacak olursanız, şimdiden keyifli okumalar :') Bu arada yorumunuz için ben teşekkür ederim ^.^

      Sil
  2. Bu kitabın yorumunu geçenlerde yine bir başka blogda görmüştüm. Yazarın eserlerini mutlaka inceleyeceğim. :)

    YanıtlaSil
  3. Kesinlikle doğru İlkay, ben de aynı şeyi düşündüm. Yani yazar bizi de adeta o ekibin bir parçası haline getiriyor, o bilinmezlik içinde biz de kayboluyoruz karakterle birlikte. Bu açıdan ben de yazarın kalemini çok başarılı buldum. Birkaç kitabından sonra tarzını seversen bu kitabına da mutlaka şans ver. Yenilmez ya da Yıldız Güncesi ile başlamanı önerebilirim :')

    YanıtlaSil
  4. Kitabı hiç duymamıştım. Biraz daha akıcı ve anlaşılır olsa daha kolay okunabilirmiş sanırım. Bilimkurguya çok ilgim olmadığı için sever miyim kitabı bilemedim. :) Tanıtım için teşekkürler, aydınlatıcı olmuş. :)

    YanıtlaSil