Andersen Masalları Üzerine


Hans Christian Andersen

Seçme Masallar

İş Bankası Kültür Yayınları

Çeviren: Murat Alpar


Andersen masallarının en ayırt edici özelliğinin içerdikleri hüzün olduğunu duymuştum, Kibritçi Kız masalını daha ilk okuldayken sınıfta okuduğumuz için buna inanmakta hiç güçlük çekmemiştim. Sonra yine duyduğuma göre masalları çocuklardan çok yetişkinlere hitap ediyormuş. Kibritçi Kız örneği bu iddiayı da gayet sağlam bir şekilde destekliyordu. Kısacası bu Seçme Masallar baskısını okurken aklımda bu özellikler vardı, masallardan iki şey bekliyordum: hüzünlendirsin ve tokat gibi vursun. Beklediğimi sonuna kadar aldım, bununla da kalmadım.


Bu iki özellik hemen ilk masallarda gösteriyor kendini ama bence Andersen'i tanımlayan yegâne özellikler bunlar değil. Benim masallarla ilgili en çok hoşuma giden şey tahmin edilemez oluşları oldu. Normalde bir masalı okurken, sözgelimi Pamuk Prensesi ele alalım, neler olacağını az çok tahmin edebiliriz. Iyiler kazanır, kötüler kaybeder, prens prensesi öper, prenses kurtulur ve sonsuza kadar mutlu yaşarlar. Andersen masalları bu kadar basit, bu kadar iç rahatlatıcı ve kıskanılası değil. Masal bir yere kadar tahmin edilir şekilde ilerlese de bir noktadan sonra işler hiç beklenmedik hale gelebiliyor ve Andersen okuru birkaç sayfa uzunluğunda bir masalın sonunda dahi şaşırtmayı başarıyor. 


Sevdiğim bir diğer nokta ise Andersen'in dili. Bir makalede masalları sesli okunacaklarını göz önünde bulundurarak yazdığını okumuştum. Elbette ben orijinal dilinden okumadım masalları ama çeviride de oldukça samimi ve akıcı bir dil hâkimdi, umuyorum çevirmen Andersen'in bu kaygısını göz ardı etmeden aktarmıştır onun anlatımını. Bir de alttan alta, ince bir mizah vardı masallarda, onu çeviride de hissetmek mümkündü. Andersen'in melankolik olduğu kadar esprili bir kişiliğini de yansıtıyordu bence masalları. Hele bazı masalların sonlarında sesli güldüm neredeyse. 


Masalların yetişkinler için olduğu iddiasının sebebi yalnızca verdiği mesajların çocuklar için fazla ciddi, fazla karmaşık olması, yine politik ve toplumsal göndermelerin çocuklar tarafından anlaşılmasının zor olması değil bence yalnızca. Bunun yanında masalların fazlasıyla rahatsız edici, şiddet içerikli unsurlar barındırması. Ben bile bazı masalları okurken dehşete düştüm, bir çocuk okusa büyük olasılıkla kabus görürdü diye düşündüm. Benim açımdan bu unsurlar hikâyelerin sert gerçekçi tarafını besleyen unsurlardı ve çarpıcı bir etki yaratıyorlardı, dolayısıyla bunların gereksiz ya da abartılı anlatımlar olduğu kanaatinde değilim. Sadece çocuklara uygun olmadıklarını düşünüyorum.


Son olarak metnin çevirisinden biraz bahsetmek (yakınmak) istiyorum. Aynı şeyi Kolera Günlerinde Aşk kitabında da yaşamıştım. Onun çevirmeni başka biriydi tabii (Şadan Karadeniz) fakat iki çeviride de rahatsız olduğum nokta aynı: sözcük seçimleri. Bunu eleştirmek elbette yalnızca çeviri metne bakarak yapılabilecek bir şey değil, o yüzden buna eleştirmek değil de gözlemimi dile getirmek diyelim. Belki de bu sözcükleri, orijinal dilde de marjinal olan sözcükleri karşılamak için kullanmıştır çevirmen bilemeyiz. Neyse, sözün kısası çevirmen hiç duymadığım - affedersiniz Kolera Günlerinde Aşk'da okuduğum - sözcükler kullanmış bu masalları çevirirken. Mesela: tecimen (tüccar), kalıt (miras), çağrılı (davetli), tansık (mucize), tutukevi (zindan/hapishane), işlik (iş yeri), içmeler (kaplıca) vs. Kolera Günlerinde Aşk'da da aynen bu sözcüklere ve daha fazlasına rastlamıştım  ama bu okuduklarımız masal olduğu için bu sözcükler daha çok gözüme battı. Yine destratejidir deyip geçerdim ve burada lafını etmezdim belki ama çevirmenin bir masalda tecimen sözcüğünü kullanıp bir diğerinde aynı mesleği icra eden biri için tüccar sözcüğünü kullandığını, bir masalda kalıt derken, diğerinde miras dediğini görünce tek kaşım havaya kalktı. Sanırım bu, öz türkçe kökenli sözcükleri tercih etme gibi bir yaklaşımdan ileri gelen bir durum. Eğer öyleyse, çevirmenin, diğer farsça, osmanlıca sözcükler gibi dilimize girip kültürümüzün bir parçası olmuş "inşallah" ifadesini kullanmayı neden tercih ettiğini anlayamadım. Bu durum bana biraz tutarsız geldi, belirtmeden geçmek istemedim. 


Kolera Günlerinde Aşk yorumumda bu durumdan bahsederken şunları demişim, hala aynı düşüncedeyim: Öz Türkçe takıntısını, emin olmamakla birlikte bunun arkasında bu varmış gibi geliyor bana, gerçekten anlayamıyorum ben. Yani tamam, organizasyon değil örgüt diyelim, informasyon değil bilgi diyelim, komünikasyon değil iletişim diyelim ama davetli gibi bir sözcük varken çağrılı demenin, mirasçı varken kalıtçı demenin, hurafe demek varken boşinan demenin ne manası var Allah aşkına? Yani hepimiz biliyoruz ki dil öyle kesin çizgilerle sınırlandırılabilecek bir şey değil. Dile yerleşen yabancı kelimelerden kurtulalım tamam ama Türkçe dediğimiz dil yüzlerce yıldır farklı kültürlerin, coğrafyaların etkisi altında kalmış ve zenginleştikçe zenginleşmiş bir dil. Uzun süredir kullanılagelen ve artık o dile mal olmuş ifadeleri dışarı atmaya çalışmak bence boş bir çaba. Bunların yerine de öz Türkçe üretilen sözcükler koymak dile yapılan bir emrivaki gibi geliyor bana. Ayrıca dilde öyle zorlama, yapay ve sahte duruyor ki okuyan, duyan kişiyi ister istemez rahatsız ediyor.


Sözün kısası Andersen'in yazdığı masalları keyifle okudum. Okuduğum bu baskıda en sevdiğim masallardan olan Küçük Deniz Kızı ve Parmak Kız Thumbelina yer almıyordu, bu bir nebze üzdü beni. Yine de daha önce hiç okumadığım, duymadığım masalları okumak çok güzeldi. Masal seven herkese öneriyorum.



Yorum Gönder

3 Yorumlar

  1. Orijinal dilinden okuyamıyorsam önce çevirmenleri araştırmamım bir diğer sebebi... Harry Potter'ın TV'de yayınlanan bazı filmlerinin dublajları geldi aklıma... Bir yerimi kaşıyarak çevirsem, ben, daha iyi çevirirdim... :)
    Ben kitaba bakmayı unuttum, ama ümitliyim...

    YanıtlaSil
  2. Çok emek verilmiş bir blog çok güzel sizi takibe aldım :)

    YanıtlaSil