#kom2019
Notre Dame'ın Kamburu / Victor Hugo | Kitap Yorumu #kom2019
Notre Dame'ın Kamburu
Orijinal Adı: Notre Dame de Paris
Yazarı: Victor Hugo
Yayım Yılı: 1831
Çevirmen: İsmet Birkan
✦
İnsan düşüncesi varlığını sürdürmek için mimarlıktan daha kalıcı ve dayanıklı olmakla kalmayıp daha basit ve daha kolay da olan bir araç bulur. Mimarlık tahtından indirilir. Orpheus'un taş harflerinin yerini Gutenberg'in kurşun harfleri alacaktır. Kitap, yapıyı öldürecektir.
Herkese bu yıl okuduğum en iyi kitaplardan birinin yorumuyla merhaba!
Gotik Edebiyat Kulübü'nün ağustos ayı kitabı Notre Dame'ın Kamburuydu. Bu, benim de uzunca bir süredir okumak istediğim ama neden bilmiyorum ama ertelediğim bir kitaptı. Kulüp vesilesiyle bu ayın ilk yarısında okumuş oldum. İyi de daha fazla bekletmeden okumuşum.
Ay, nereden başlasam bilemiyorum aslında.
Notre Dame'ın Kamburu Victor Hugo'nun 1831 yılında, 29 yaşında, yalnızca altı ay içinde yazdığı bir eser. İçinde romantik ve gotik öğeler barındıran bu tarihi roman baş rolünde Paris olan trajik bir aşk hikayesini anlatıyor. Kader ya da tesadüfün başlangıçtan sona kadar büyük bir payı olan bu hikaye 1482 yılının Paris'inde geçiyor. Aşk hikayesi dediğime de bakmayın, burada anlatılan aşk öyle insanın içini ısıtan, biraz üzen ama sonra mutlu eden, tozpembe hayaller kurduran bir aşk değil. Aşkın en karanlık, en tehlikeli hali. Keşke olmasa dedirten hali. Öyle ki etrafındaki her şeye herkese zarar verip mahveden bir aşk bu.
Bence kitabın anlattığı hikaye zaten etkileyici, yani dümdüz anlatılsa dahi insanı duygulandıracak bir hikayesi var kitabın; ne var ki beni asıl etkisi altına alan şey yazarın anlatımı oldu. Zaten trajik olan bu hikaye yazarın eşsiz kalemiyle öyle vurucu, öyle çarpıcı hale geliyor ki duygu yoğunluğundan yorgun düşüyorsunuz. Okurken bir iç çekesiniz, bir ah edesiniz geliyor. Kitap size o duyguyu çok net bir şekilde hissettiriyor yani.
Hugo'nun kalemiyle ilgili sevdiğim bir başka şey, bunu diğer eserlerinde de yapıyor mu bilmiyorum ama ara sıra okuyucuya seslenmesi oldu. Ben bir okuyucu olarak yazarların bana seslenmesini çok hoş buluyorum, benim farkımda olmaları bana özel hissettiriyor. Adımı bile bilmese de, varlığımdan haberi olmasa da, yüzlerce yıla, zamana mekana meydan okuyarak aramızda böyle bir iletişim kurması bana gerçekten büyüleyici geliyor. Boşluğa anlatmıyor hikayesini, doğrudan bana anlatıyor. Size de öyle geliyor mu bilmiyorum ama yazarların beni böyle kişisel olarak karşısına alması hikayeyi içselleştirmeme, onunla duygusal bir bağ kurmama da neden oluyor. Yazarın hikayeyi bizzat bana anlatıyor olması onu gözümde daha özel kılıyor. Kısacası Hugo'nun tercih ettiği bu yöntem, okuru doğrudan karşısına alması ve ona hitap ederek bir nevi okuru anlattığı hikayenin içine çekmesi Notre Dame'ın Kamburu'nu benim için unutulmaz bir eser yaptı.
Boşlukta olduğunuzu düşünün ya da önünüzde bomboş bir alanın olduğunu. Hugo hikayesini anlatmaya başlamadan önce bu boşluğu sizin için dolduruyor, benim renkleri olduğunu düşündüğüm kelimeleriyle size bir mekan, bir yer resmediyor. Önce Paris'i anlatıyor size. Hikayesinin arka planını güzelce oturtuyor kafanızda. Sonra yavaş yavaş daraltmaya başlıyor görüş açınızı ve hikayenin geçtiği her ortamı ilmek ilmek işliyor bu arka plana. Sizi hikayeye böyle yorucu bir girizgahla hazırlıyor aslında. Şehri, katedrali, kitaptaki diğer mekanları sayfalar süren betimlemelerle anlatıyor. Benim için bu kısımları okumamak ya da atlamak mümkün olmadı çünkü yazarın tasvir yeteneğine öylesine hayran kaldım ki sözcükleri arasından yolumu bulup çıkamadım. Yazarın kaleminin peşine takılıp o anlatırken ben de Paris'i, Notre Dame Katedrali'nin her bir köşesini keşfe çıktım. Bu yoğun betimlemelerle dolu sayfalar bittiğinde haliyle yorgun düşmüştüm. Yorucu bir yolculuktu olmuştu bu, ama aynı zamanda son derece doyurucu ve keyifliydi. Hem artık sırada arka planını iyice öğrendiğim bir hikayeyi okumak vardı. Buraya gelene kadar ara sıra bahsetmiş olduğu ilginç karakterlerin gerçek hikayelerini dinleme zamanıydı artık.
Hikaye için ne diyebilirim ki. Anlatı boyunca heyecanlandım, meraklandım, üzüldüm, kızdım, nefret ettim, gerildim, yine kızdım, çok kızdım. Bazı karakterler beni hayal kırıklığına uğrattı, onlara karşı oluşan beklentimi boşa çıkardılar. Ama gerçek hayatta da böyle değil midir? Kitabı okurken bunu düşündüm aslında. Hayatımızdaki bazı insanlara bazen farklı, hayali kişilikler yüklüyoruz. Onlardan çok şey bekliyoruz. Hatta bazen onları öyle bir yere koyuyoruz ki yaşattıkları hayal kırıklığı da o derece büyük oluyor. Kimseye hak ettiğinden daha fazla değer vermemek, kimse hakkında olmadık beklentilere girmemek gerek. Sonra sonu hüsran oluyor.
Güzel, güzellik ne, çirkin, çirkinlik ne? Kitabı okurken sıkça sorguluyorsunuz.
Notre Dame'ın Kamburu aynı zamanda içiçe geçmiş motiflerle örülmüş bir eser. Öncelikle dış güzellik, dış görünüm ve buna dayanarak yapılan mantıksız ve çoğu zaman acımasız olan yargılamalar, bu doğrultuda oluşmuş, yıkılması imkansız önyargılar kitabın en çok öne çıkan teması. Kader, insanın kaderi üzerindeki kontrolü, iradesi/iradesizliği de işleniyor derin, ince bir şekilde ve zaten Hugo'nun kitabı yazmaya karar verişi de bu kavrama dayanıyor. Yazar kitabı bu sözcük, kader sözcüğü vesilesiyle yazdığını kitabın önsözünde bile söylüyor. Eserde aynı zamanda sınıfsal farklılığı, eşitsizlik ve adaletsizliği de görüyoruz, ki bunlar olay örgüsünü birinci elden etkileyen olgular. Yargıcın duyma güçlüğü çekmesi ve suçlamaları bile duymadan sadece önyargıları ve tahminleriyle hüküm vermesi bunu açık seçik gözler önüne seren bir detaydı bence. Hikayenin tümünden farklı türden sevgiler karşımıza çıkıyor bir de. Karakterler sevgiyi farklı şekillerde barındırıyorlar içlerinde, aşkı türlü türlü yaşıyorlar. Bu noktada yazarın aşk, sevgi ile tutku, ihtiras arasındaki farka dikkat çektiğini düşünüyorum. Gelgelelim kitaptaki karakterlerin yönlendiren, aldıkları kararları etkileyen, davranışlarını güdüleyen şey öyle ya da böyle aşk.
Kitabı okurken, bu eseri anadilinden okuyamıyor oluşuma çok hayıflandım. Kitaptan yüzde yüz keyif almak ancak böyle mümkün olurdu çünkü. Bir de Fransız kültürüne, tarihine dair bolca gönderme vardı, bunların hiçbirini anlayamadım. Tarihsel figürlere, olay ve durumlara yapılan referanslar benim için çok yabancıydı. Bu durum beni derinden üzdü.
Beni üzen bir başka şey de rahip Frollo'nun simya işleriyle ilgili daha ayrıntılı şeyler okuyamamak oldu. Hikayenin odak noktası bu olmadığından yazarın ayrıntıya girmemesini anlıyorum ama bahsedip de üstünkörü geçmesi hevesimi biraz kursağımda bıraktı açıkçası.
Mimari ve matbaayla ilgili sayfalar süren bir inceleme var ki okurken inanılmaz keyif aldım.
Bu arada söylemezsem rahat edemem, beni en çok hayal kırıklığına uğratan karakter Esmeralda oldu. Nedenini okuyanlar anlayacaktır.
Kısacası Notre Dame'ın Kamburu benim için unutulmaz, yorucu ama doyurucu bir okuma oldu. Klasikseverlerin mutlaka okuması gereken bir eser. Eminim yıllar boyunca tekrar tekrar okuma ihtiyacı hissedeceğim. Okuyun, şiddetle tavsiye ediyorum.
Çeviriden bahsetmeyi unuttum, yazıklar olsun bana. Okuduğum çeviri İsmet Birkan'a aitti. Bu basımı çevirmenini araştırarak almıştım zaten, yayınevi tercihimi çevirmen belirlemişti. Pişman olmadım. Çeviri gayet akıcıydı. Memnun kaldım, Can Yayınları'nın basımını gönül rahatlığıyla önerebilirim.
Sağlıcakla kalın.
*Tek göz körden çok daha eksiklidir, çünkü kendinde eksik olanı bilir.
*Genç adama öyle geliyordu ki hayatın tek bir hedefi vardı: bilgi edinmek.
*Quasimodo'nun bir zamanlar ver olduğunu bilenler için, Notre Dame bugün ıssız, cansız, ölüdür. Orada kaybolmuş bir şey olduğu hissedilir. Bu devasa gövde boştur; bir iskelettir; ruh onu terk etmiştir, bıraktığı yer görülür, işte hepsi bu. Göz çukurları hala mevcut, fakat görme duyusundan yoksun bir kafa gibi...
*Böylece dünyanın ilk altı bin yılı boyunca, Hindistan'ın en eski pagodasından Köln katedraline kadar mimarlık insan türünün büyük yazısı oldu. Bu o denli doğrudur ki sadece her dini simgenin değil her insan düşüncesinin de bu büyük kitapta bir sayfası ve anıtı vardır.
*İnsan düşüncesi varlığını sürdürmek için mimarlıktan daha kalıcı ve dayanıklı olmakla kalmayıp daha basit ve daha kolay da olan bir araç bulur. Mimarlık tahtından indirilir. Orpheus'un taş harflerinin yerini Gutenberg'in kurşun harfleri alacaktır. Kitap, yapıyı öldürecektir.
*Gün herkese aittir. Neden bana yalnızca geceyi veriyorlar?
*O kadar güzel bir yaratıktı ki eğer Tanrı insan kılığına büründüğü zaman bu yaratık mevcut olsaydı, onu Meryem'e tercih eder, annesi olarak seçer ve ondan doğmak isterdi!
*Aşk kendiliğinden bitip büyüyen bir ağaç gibir, köklerini varlığımızın en derinlerine salar, çoğu kez harabeye dönmüş bir yürekte bile yeşermeye devam eder.
*Çocuğunu kaybetmiş bir anne için her gün hep ilk gündür.
*İşte hayat bu...çoğu kez bizi düşürenler en iyi dostlarımızdır!
*İnsanın bir düşüncesi varsa her yaptığında onu bulursunuz.
*Büyük teşebbüslerin mutlu sonunu insan bazen talihe bazen de hileye borçludur.
Yorum Gönder
7 Yorumlar
En en en sevdiklerimden nasıl bir yetenek... Büyüksün Hugo ;)
YanıtlaSilGerçekten, ben de hayran kaldım.. :')
SilEn son Katedral yanınca aklıma gelmişti bu eser, şimdi de sizin yazınız. Alıntılar da çok güzel olmuş. Gerçek bi efsanedir. Elinize sağlık :)
YanıtlaSilGidip katedralin eski halini göremeyecek olmak üzüyor.. :/ Teşekkür ederim :')
SilKüçükken bu klasiklerin çocuklar için kısaltılmış versiyonları hiç ilgimi çekmezdi, okumak istemezdim ve okumadım da :D Mesela Jane Eyre hep sıkıcı bir kitapmış gibi geliyordu, adını bile okuyamadığım kitabın kendisini nasıl anlayacaktım :D Ama gel gör ki bugün en sevdiğim klasiklerin başında Jane Eyre geliyor. İyi ki o zaman okumamışım, belki de büyüyünce bildiğim hikayeleri tekrar okumak istemeyecektim.. Neyse uzattım :D Notre Dame'ın Kamburu senin de keyifle okuyacağın bi kitap, bundan emin olabilirsin. Teşekkür ederim ^.^
YanıtlaSilBu kitabını okumadım ama çok güzel olduğuna eminim. Sefiller ve Nişanlıya Mektuplar'ı okuyalı yıllar geçmesine rağmen ne kadar sevdiğim hâlâ aklımda. Sefiller'de geçen Paris lağımlarının anlatıldığı 50 sayfa da :-)
YanıtlaSilSefiller'in iki cildi kitaplığımdan bana göz kırpıp duruyor :D Kışın okunacak bir kitapmış gibi geliyor bana ama bakalım, sonbahar da belki de alırım elime, yeterince cesaret edebilirsem tabii :D
Sil