Kırmızı Pazartesi / Gabriel Garcia Marquez | Kitap Yorumu (Yeniden)


Kırmızı Pazartesi
Gabriel Garcia Marquez
Orijinal Adı: Crónica de una muerte anunciada
Çevirmen: İnci Kut
Yayım Yılı: 1982


*Birazcık, çok azıcık spoiler içeriyor olabilir.*

Derdim neydi bilmiyorum, gerçekten. 

Aslında biliyorum. Olay şuydu;

Yazılarımı çoktandır takip edenler en sevdiğim yazarın Gabo olduğunu ve onu Kırmızı Pazartesi kitabıyla tanıdığımı, bu kitabı okuduktan sonra uzun bir süre her yazım da bu kitaptan söz ettiğimi bilir. Gerçekten de bir dönem hep bu kitaptan bahsediyordum, herkese öneriyor, ısrarla okutmaya çalışıyordum. Hatta bu  kitapla ilgili bir konuşma, sunum bile yapmıştım okulda. Kısacası kitap beni öyle çok etkilemişti ki upuzun bir süre etkisinden çıkamamıştım (Hala da çıktığım söylenemez).

Neyse, geçenlerde bir arkadaşla kitaplardan konuşurken yine damarım tuttu, Kırmızı Pazartesi'yi övmeye, üzerimde bıraktığı etkiyi anlatmaya başladım. O arkadaş da okumuş kitabı, dedi ki bana, "Ben de okudum ama dediğin gibi şeyler hissetmedim. Büyük ihtimalle senin ruh halinle alakalıydı."

Acaba mı dedim. Yeniden okuyayım da göreyim dedim, gerçekten ruh halimle mi alakalı. Şunu da belirtmem gerekiyor, hayatımda her şey yolunda gidiyor, ufak tefek aksilikler dışında planlarım tıkırında, ben de kendimi iyi hissediyorum. Kısacası ruh halimin gayet iyi olduğu bir dönemdeyim. 

Evet, derdim buydu. Yeniden okuduğumda da ilk seferdeki gibi mi hissedeceğim görmek istedim.

İlk kez okurken yaşadığım şaşkınlık yoktu tabii, çünkü o zamanlar sıradan bir polisiye, cinayet öyküsü okuyacağımı sanıyordum. Yine de, bu sefer neyle karşı karşıya olduğumu bildiğim halde ilk andan başlayarak hissetmeye başladığım heyecanı bir türlü bastıramadım. İlk bölüm bile öyle çarpıcıydı ki devamını bilsem de durup derin bir nefes alma gereği duydum. Bir de kasabalıya karşı ilk seferinde hissettiğimden daha büyük bir hayret, daha büyük bir öfke hissettim. Pes dedim, bir kez daha. 

İlk seferinde, olay odaklı bir şekilde okumuştum kitabı, doğal olarak. Bunun nedeni olayı bilmemem ve neler olacağını merak etmemdi tabii. İkinci okumada ise yazarın cümlelerine, üslubuna ve anlatım tekniklerine daha çok odaklanabildim. Keşfetttiğim, daha doğrusu fark ettiğim şeyler oldu. Mesela hikayenin anlatılış biçimi o kadar rahat, nasıl anlatsam o kadar samimi ve doğal ki kitabı kapatıp sonra devam edesiniz gelmiyor; çünkü sanki bu şöyle olur gibi geliyor insana: karşınızda konuşan, size böyle bir hikaye anlatan birini susturmak, ondan sonra devam etmesini istemek ve kalkıp gitmek gibi. Marquez'in anlatıcılığı aynen böyleydi işte, o hikayeyi bitirmeden kalkıp gidesiniz gelmiyor. 

Kitabı birine anlatırken, merak ettikleri için konusundan bahsediyorum ve sonradan söylediklerime inanmıyor ve diyorlar ki "Bu hikaye mi çok etkileyici". Bunu herhangi biri anlatsa evet, belki de hiçbir etkileyiciliği olmaz. Fakat Gabo çoğuna sıradan gelen (aslında sıradan olmaktan uzak ama sıradanlaşmış) hikayeyi tekdüze olmaktan çok uzak bir anlatımla sunmuş okuyucuya. Şöyle ki; olayları oluş sırasına göre, tek bir kişinin ya da sıra sıra herkesin gözünden anlatsaydı aynı etkiyi  yakalayamazdı belki. Fakat olayların sırasını karıştırıp bir nevi harmanlayarak başı-ortası-sonu sırasıyla anlatılmamış bir olay örgüsü ortaya çıkarmış ve sonunu ilk cümlesinden okuyucuya haber vermiş olmasına rağmen merakı da canlı tutmuş. Dediğim gibi ilk okuyuşunda insan dikkatini ve tabii duygularını bu gizeme, bilinmeze yoğunlaştırdığı için yazarın bunu nasıl başardığına pek odaklanmıyor. Kırmızı Pazartesi'yi ilk kez okurken yaşadığım o bilinmeze, olayın gizemini öğrenmeye karşı duyduğum heyecan, bu sefer yerini, olacağını bildiğim ve ne yazık ki engelleyemeyeceğim bir şeye yeniden tanık olmanın verdiği heyecanla karışık korkuya bırakmıştı. Artık ne olacağını biliyordum, bu yüzden ilk okumanın aksine bu sefer nasıl olduğuna, nasıl aktarıldığına baktım, daha çok etkilendim, daha çok hayran oldum. 

Fark ettiğim bir diğer şeyse, Santiago Nasar'ı o kadar da tanımıyor oluşumuz, buna rağmen okuyucu olarak onun başına gelenlere üzülmemizdi. Aslına bakarsanız onunla ilgili kötü şeyler, kötü düşünceler de okuduk. Buna rağmen, başına geleni hak etti diyenimiz de yoktur. İşte bu yüzden, kendimi nasıl onun yerine koyabildiğimi; saldırının nedenini bilmediği için içine düştüğü şaşkınlığı, son anlarında yaşadığı korkuyu, ona, daha son nefesini vermeden "Beni öldürdüler," dedirten umutsuzluğunu nasıl bu kadar içimde hissettiğimi, bilmiyorum. Bu hikaye gerçekten büyülü, gerçekliğine Gabo'nun kalemi değdiği için...

İkinci okuyuşumda devamlı hissettiğim çaresizlik beni gerçekten çok yordu, manevi olarak yıprattı. Sanki bir kez daha okuyarak Santiago'ya o anları yeniden yaşatmışım, onun yeniden katledilmesine sebep olmuşum gibi hissettim. Yine bu okuyuşumda kader, tesadüf, rastlantı konularına daha çok kafa yordum. "Kader bizi görünmez kılar" ifadesi beni derin düşüncelere sevk etti. 

Yine de ikinci kez okumaların daha keyifli olduğunu bir kez daha görmüş oldum. Gerçekten hatırladığım gibi mi hissettirdi diye yeniden okumaya karar vermiştim; şimdi ilkinden daha fazla etkiledi beni. Kırmızı Pazartesi'nin yeri cidden çok ayrı bende. 

*Albay Aureliano Buendia'nın bahsinin geçmesi de gözümden kaçmadı. Bu ayrıntıya, tabii ki ilk okuyuşumda dikkat etmemiştim; çünkü Yüzyıllık Yalnızlığı sonra okumuştum. Gabo'nun kitaplarında en çok sevdiğim şeylerden biri de bu, başka öykülerindeki karakterlere göndermeler yapması, isimlerini anması. Karakterlerini gerçekliğe daha da yaklaştırıyor böylece. 

*İlk okuyuşumda kitapta ara ara ismi geçen Mercedes'in, o Mercedes olduğunu anlamamıştım. 

*Kitapla ilgili, daha duygusal olan, ağlarken yazdığım ilk yorum yazısı da burada

*İlk okuyuşumda kitabın üzerimdeki etkisini daha da artıran bir müzik dinlemiştim, Hans Zimmer'dan Aurora. Bu sefer yine her dinlediğimde beni can evimden vuran bir soundtrack dinledim, Queen of The Night'ın şu yorumunu.

*Yine çok ağladım. 

*Bunu okuyan arkadaşlarım, nolur bir daha bana bu kitap hakkında "O kadar da değil be..." demeyin, kırılırım. 

Yorum Gönder

8 Yorumlar

  1. Her okunuşunda farklı şeyler öğretiyor kitaplar. Bazıları defalarca okunmayı hak ediyor :) İyi okumalar.

    YanıtlaSil
  2. Can yayınları klasik kitapları çok güzel kapaklarla ilgi çekici hale getiriyor. Okumayanlar için görünür kılıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Katılıyorum, Can Yayınlarının kapak tasarımlarını ben de çok beğeniyorum. Beyaz kapaklar da ayrı bir güzel tabii :')

      Sil
  3. Anladığım kadarıyla, olayların sırasının karıştırılarak anlatılmasında dolayı ara vermeden okumamız gerekiyor. Çünkü konu bütünlüğü açısından karışık kurgu bütünlüğü boza bilir. Sürekli duyduğum gördüğüm bir kitaptı merak ettim yazınızdan sonra. İnceleme için teşekkürler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, ben tek oturuşta bitirilmesini öneririm. Hem dediğiniz gibi olay örgüsünde kopukluk olduğu duygusu olmasın diye hem de kitabın etkisini zedelememek adına... Umarım okur, benim kadar beğenirsiniz :')

      Sil
  4. Ne demek, iyi ki tanıtmışım. Keşke daha fazla kişiye tanıtabilsek :')

    YanıtlaSil
  5. Diğer Gabo kitapları gibi bu kitabı da uzun zaman önce okudum. Hafızamda yer etmemiş maalesef. Senin yorumundan sonra ben de tekrar okumak istedim. Bakalım bugünkü ben ne hissedeceğim?

    YanıtlaSil