Ses ve Öfke / William Faulkner | Kitap Yorumu


Ses ve Öfke
Özgün Adı: The Sound and The Fury
Yazarı: William Faulkner
Çevirmeni: Rasih Güran
Yayım Yılı: 1929


"Savaş alanı insanların delilikleri ve umutsuzluklarını ortaya çıkarır ve zafer felsefecilerle budalaların hayalidir."


Uzun zamandır yazmıyordum, sonunda üzerine bir şeyler yazmak istediğim bir kitap okudum. Bu kitap hakkındaki düşüncelerimin blogumda olmasını istedim. O kitap William Faulkner'ın Ses ve Öfke isimli eseri.


Kitabı Karanlık Şato kitap kulübümüzün Eylül ayı kitabı olması sebebiyle okudum, okumama kulüp vesile oldu yani. Yoksa ben uzun bir süre daha Faulkner okumazdım sanırım, hiç aklımda yoktu. Ne yalan söyleyeyim, kitaplarını merak ettiğim bir yazar da değildi kendisi. Kulüp sayesinde yeni kalemlerle tanışmayı seviyorum, Faulkner da o kalemlerden biri oldu benim için. İyi ki listemize almışız.


Aslında kitabı okurken kitap hakkında ne düşündüğümü sorsanız az sonra söyleyeceklerimden çok farklı şeyler söylerdim. Hatta soranlara verdiğim cevaplar şu şekilde olmuştu:

"Yirminci sayfadan bildiriyorum, odaklanması benim için çok güç, anlatımdan kaynaklı dikkatim çabuk dağılıyor."


"Bakışlarım donuklaşıyor."


"Bir ara içten içe uyudum."


"Boşluk okuyor gibi hissediyorum."


"Kitap sanki zamanı yutuyor."


"En azından uykusuzluğuma iyi geldi."


Bu yüzeysel yorumlardan da anlaşılacağı üzere Ses ve Öfke okuduğum en zor kitaplardan biriydi, hatta zirvede bile olabilir. Bitirebildiğime bile çok şaşırıyorum fakat bundan daha çok şaşırdığım bir şey varsa o da kitabın son sayfasını okuduktan sonra düşüncelerim yüz seksen derece tersine dönmesi oldu. Bu gerçekten birdenbire oldu ama, beni çok bunalttığı ve okurken çok zorlandığım için bir an önce bitsin duygusuyla okuyordum (öyle sanıyordum), dolayısıyla son sayfayı bitirince rahatlayacağım ve oh be! diyeceğim diye hazırlıyordum kendimi. Oysa tam tersi oldu ve ben kitabı bitirince ağlamaya başladım. Farkında olmadan karakterlere çok bağlandığımı anladım, belki de sebebi onların kafasının içinde olmamdı. 


Belki de kitabı okurken hissettiğim o sıkıntı, ilerlemekte zorluk çekmem, bir şeyleri anlamlandırma konusunda sıkıntılar yaşamam gerçekten de karakterlerin kafasının içindekilerin böyle şeyler, böyle duygular, böyle düşünceler olmasıydı. Yani aslında tam da hissetmem gereken şeyleri hissettim ben okurken. Sonuçta bakışlarınızın donuklaşması da üzerinizde bırakılan bir etkinin sonucudur, değil mi?


İşin romantizmi bir yana, her ne kadar okurken çok zorlansam da kitap beni gerçekten etkiledi. Bunu da ancak kitabı bitirdiğimde anladım, benim için tuhaf bir okuma tecrübesi oldu.


"Babam bir insan kendi talihsizliklerinin toplamıdır derdi."


Kitabın kendisine değineyim biraz. Ses ve Öfke bilinçakışı tekniğinin en güzel örneklerinden biri olarak gösteriliyor. Bu yazarın, karaktelerin düşüncelerini olduğu gibi aktardığı/aktarmaya çalıştığı bir yöntem. Ruh çözümlemesine benzetiyordum ben fakat okuyunca çok farklı olduğunu anladım. Bilinçakışında hiçbir çözümleme söz konusu değil çünkü. Karakterin kafasında ne varsa o.


Dört bölümden oluşan kitapta dört ayrı anlatıcı var: Benjy, Quentin, Jason ve Tanrısal bakışa sahip bir anlatıcı. Kitabın aşılması en zor bölümü olan birinci bölümü Benjy'nin bakış açısından anlatılıyor. Benjy'nin anlatımı "çok özel", çünkü kendisi de özel bir insan. Zihni farklı çalışıyor ve bu yüzden de anlatımı gerçekten çok sıra-dışı. Ne okuduğumu çözmem için bir otuz sayfa kadar ilerlemem gerekti. Kısaca açıklamam gerekirse; Benjy olanları anlatırken bir şey duyuyor, bir şey görüyor, bir şeyin kokusunu alıyor ve birden bulunduğu zaman ve mekandan kopup başka bir şey hatırlıyor, onu anlatmaya başlıyor. Okuyucu olarak ben de onun hatırasına sürükleniyorum, hatta adeta savruluyorum da denebilir. O kadar ani ve keskin bir geçiş ki bu allak bullak olmamak elde değil. Elbette bir süre sonra alışıyorsunuz, en azından ne olduğunu anlamış oluyorsunuz, "haa, şimdi başka bir şey hatırladı, onu anlatıyor," diyorsunuz ama anladığınız tek şey bu oluyor :)


"Caddy ağaçlar gibi kokuyordu."


İlk bölümden sonraki bölümler bir nebze daha anlaşılır ilerliyor fakat yine bilinç akışı yöntemi kullanıldığından anlatılanların başı-sonu yokmuş gibi geliyor okura. Ki aslında tek bir bölüm için değil kitabın geneli için bu yorumu yapabiliriz. İlk sayfadan son sayfaya düzlemsel bir anlatım söz konusu değil asla. Hiç bilmediğiniz bir zamana, hiç gitmediğiniz bir ülkeye, hiç tanımadığınız insanların arasına öylece bırakıldığınızı düşünün. Tamam, insanlar sizin dilinizde konuşuyor ama neler olduğunu size başından sonuna, neden-sonuç ilişkisiyle anlatan biri yok. Her şeyi siz, konuşmalardan ve tanık olduğunuz - tanık olabildiğiniz - olaylardan anlamak zorundasınız. Ses ve Öfke'yi okumak bende aynen bu hissi uyandırdı. O yabancılık hissini üstümden asla atamadım ama dediğim gibi bir taraftan da farkında olmadan karakterleri, yaşananları benimsemişim. 


Kısacası Faulkner size bir şey vermiyor, kesitler sunup sizin bunlardan bir şeyler anlamanızı istiyor; parçaları birleştirip anlamlı bir bütün çıkarmasını bekliyor okurdan. Bu da büyük bir çaba gerektiriyor ama önümüzde kopuk kesitler olduğu için odaklanmak da öyle kolay olmuyor. Çok çetrefilli bir kitap, Ses ve Öfke. İki yüz küsur sayfalık bir bilmece gibi adeta, bir bilinmezlik var. Polisiye-gizem romanlarındaki gibi bir bilinmezlik de değil bu, karakterler her şeyi biliyor çünkü, siz onları duyarak, izleyerek meseleyi anlamaya çalışıyorsunuz ama sır vermek istemiyor da gibiler. Bir de polisiye-gizem kurgularında olayı anlamaya çabalamanız da gerekmez aslında çünkü en sonunda nasılsa her şey çözüme, açıklığa kavuşacaktır. Ses ve Öfke'de ortaya çıkan, hele hele çözülen hiçbir şey yok. Kitaba bakınca hala koca bir yumak görüyorum, pes edip çözmeden elimden bıraktığım bir yumak gibi Ses ve Öfke. 


"Yağmur yağarsa ne yapacaksın?"

"Islanırım," dedi Frony. "Şimdiye kadar kim yağmuru durdurabilmiş ki?"


Kitabın çevirmeni Rasih Güran ilk sayfaya şu notu düşmüş: "Çeviride metnin orijinalindeki yazım özelliklerine sadık kalınmıştır."

Çevirmen farkında yani, kesin birileri çıkıp bu ne biçim çeviri der diye bu notu düşme gereği hissetmiş. Ve bu notu düşmesine rağmen yine de bu eleştiriyi almış, iyi mi!

Kitabın nasıl bir karakteri olduğundan bahsettim, durum böyleyken karakterinden dolayı okumakta zorlanan bazı okurlar bunu çeviriye mal etmişler. Bana sorarsanız sorun çeviride değil aslında, sorun gerçekten de düşünce yapısının farklılığında bu sefer. Karakterlerin kafasının içindeyiz demiştim ya, ee işte bu karakterler farklı bir dilde, farklı bir "kafa yapısıyla" düşünüyor ki bunu zaten olduğu çeviriye dökmek bence çok zor. Mükemmel çeviri anlayışınız her nasılsa, bu kitap o şekilde çevrilseydi yine Faulkner'ı yansıtmazdı ki (bence). Çevirmenin yazarın tarzını, uslübunu yansıtmak için elinden geleni yaptığını düşünüyorum ben. Kısacası kitabı anlamamamızın sebebi çevirmen ve çeviri değil, üzgünüm ama Faulkner'ın ta kendisi.


Bu arada kitabı okumak bu kadar zorken çevirmenin neler yaşadığını tahmin dahi edemiyorum. Büyük bir emek olduğu ise zaten ortada. 


Kitabın birkaç film uyarlaması da var sanırım, benim ilgimi yönetmenliğini James Franco'nun yaptığı, aynı zamanda Benjy karakterini de oynadığı film çekti. En kısa zamanda izlemek için can atıyorum.


Toparlamam gerekirse, kitabın sanatsal değerini sonuna kadar takdir edebiliyorum fakat ben okurken öyle aman aman bir tat almadım, dediğim gibi üzerimdeki tesiri kitabı bitirince ortaya çıktı. Okurken bu tarzın bana göre olmadığını düşündüm ki şimdi de aynı teknikle yazılmış bir kitabı önüme koysalar "Teşekkürler, almayayım," derim. Buna rağmen Ses ve Öfke'yi bir daha okumak istiyorum, hatta içimde ikinci okuyuşumda daha çok keyif alacağıma dair güçlü bir his var.


"...Babam saatler zamanı öldürürler demişti. Zaman demişti küçük çarkların tik taklarından oluşup kaldıkça ölmüş demektir; ancak saatler durursa zaman canlanır." 

Siz Ses ve Öfke'yi okudunuz mu?

Hakkında neler düşünüyorsunuz?

Benimle paylaşın!

Yorum Gönder

6 Yorumlar

  1. Okurken bu kadar yorduğu halde bu denli kendine bağlayabilmesi büyük bir başarı. :) Kalemine sağlık. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçekten, ben de buna çok şaşırdım. Teşekkür ederim :')

      Sil
  2. Ben de uzun süredir girmeyince kendimi misafir gibi hissettim, umarım bu hissi üstümden atıp yine düzenli bir şekilde yazmaya geri dönebilirim. Bence sen bu kitabı çok seversin İlkay, içimden bir ses öyle diyor. Listene al, bir şans ver derim :')

    YanıtlaSil
  3. Yanlış hatırlamıyorsam Zülfü Livaneli en sevdiği on kitap arasında bu kitabı da saymıştı. O günden beri okumak istiyorum ama bu yorumdan sonra acele etmeyeceğim :-)

    YanıtlaSil
  4. Zamanım olunca okumaya değer sanırım.

    YanıtlaSil
  5. Okuma listemdeki bin kitaptan bir tanesi, istifçilik bana göre değilmiş, direkt seç-beğen-oku yapmalıyım :) yorumunuza istinaden bir müddet daha okunmayacak. Hakkında epey olumsuz eleştiri okudum, kısmen bu da onlara dahil

    YanıtlaSil