Bağdat Yollarında / Güneli Gün | Kitap Yorumu


Bağdat Yollarında
Yazarı: Güneli Gün
Çevirmeni: Aysel Morin
Yayım Yılı: 1991

Binbir Gece masalları'ndan Ödünç Alınmış, Çalınmış ve Uyarlanmış Sihirli Serüvenlerden Oluşan Pikaresk Roman



Nasıl anlatsam, nasıl yorumlasam bu kitabı bilmiyorum gerçekten. Buna rağmen üzerine bir şeyler söylemeden geçmek de istemiyorum. Bu kitabı hem çok sevdim, hem de hiç sevmedim. Son sayfasını dün okudum ve o zamandan beri devamlı sevdim mi sevmedim mi onun muhakemesini yapıyorum kafamda. Beni instagramdan takip edenleriniz varsa kitabı okumaya kıyamadığımı filan yazdığımı görmüştür. Aslında bir kıyamama durumu değildi benim yaşadığım. Kitabı resmen korka korka okudum ve sonra, ne yazık ki, sanırım, korktuğum başıma geldi. Neyse önce kitaptan, yazardan bahsedeceğim önce.

Güneli Gün, adını Orhan Pamuk çevirileri ile bildiğim bir çevirmendi aslında. Özellikle geçen seneki çeviri eleştirisi dersimizde üzerine yazılan birden fazla eleştiri yazısını okuyup incelemiştik ve aslında bu yazılar bana Güneli Gün'ün yalnızca çevirmen değil yazar kişiliği hakkında da bir fikir vermişti. Bir röportajında çevirilerinde görünür olmayı tercih ettiği, çevirilere izini bırakmayı sevdiği gibi şeyler söylüyordu ve hem bir çevirmen hem de bir okur olarak çok hoşuma gitmişti bu ifadeleri. Bunu ben, onun yaratıcılık ve yazarlık yönüne bağlamıştım. Bu yıl yine onunla bir açıdan bağlantılı bir makale okuduk ve oradan da öğrendim ki Orhan Pamuk da kendisinin yazarlığını beğendiği için eserlerini onun çevirmesini istemiş en başta. Tüm bunlar Güneli Gün'ün ilgi çekici bir çevirmen olduğunu düşündürmüştü bana. Yine bir dersimizde çevirmenin bir romanından söz etti hocamız ve adıyla benim inanılmaz ilgimi çekti. Elbette bu roman, Bağdat Yollarında'ydı. 


Hükümdarların sorunu dünyanın her yerinde aynıdır. Hiçkimseye karşı sorumlu olmadıklarından, kısa zamanda Allah'a karşı olan sorumluluklarını da unuturlar.

Bağdat Yollarında benim yalnızca adını ve yazarını bilerek başladığım bir roman oldu. Konusunu, arka kapağını, hakkında yapılan yorumlara hiç bakmadım ki çok merak ettiğim kitaplara böyle birden başlarım ben zaten. Pişman olmadım, böylece beni her şey şaşırtıyor,  bu da hoşuma gidiyor.

Zaten kitabın altbaşlığı hikaye ile ilgili, gizemli bir şekilde, ipucu veriyor. Dolayısıyla kitabın konusundan bahsetmeme de pek gerek yok aslında. Hürü isimli ana karakterimizin Bağdat yollarındaki macerasını okuyoruz desem yeterli olur. Söyleyeceğim başka herhangi bir şey hikayenin büyüsünü bozabilir, o yüzden susuyorum. 

Tarihin fantastik ile harmanlanmasıyla ortaya çıkan hikayeleri ben çok seviyorum. Böyle bir hikayede gerçek, tarihsel figürlerin, kendileri gibi değil de yazarın kurgudaki olay ve durumlara göre şekillendirdiği karakterler olarak karşımıza çıkması okumayı inanılmaz keyifli kılıyor. Tarihsel kişilikleri, belli başlı birkaç tanesi hariç, azizleştirmeyi sevmiyorum, dokunulmaz görmüyorum onları. Bu yüzden kurmacada bu kişilerin eğilip bükülmesi, yazarın kaleminden damlayan mürekkeple lekelenmelerine aldırış etmiyorum. İçinde yer aldıkları öyküde, zaman ve mekanda tutarlı davrandıkları sürece, tarihsel gerçekliklerle çelişen söylem ve tavırları beni rahatsız etmiyor. Kısacası bu karakterlerin gerçek kişilikler olmaları hikayeye başka bir tat veriyor. Bunların tıpkı diğer karakterler gibi hayali kabul edip yazarı ve eseri taşlamıyor, tarihi ve bu kişilikleri karaladığını da düşünmüyorum. Bu amaçla yazılan kurgular yok mu, elbette var. Belki Bağdat Yollarında da böyle bir misyon taşıyor, bilmiyorum ama dediğim gibi bu bakış açısıyla bakınca, gerçek kişilerle gerçekliğe dokunan bu hayali kurguyu keyifle okuyabiliyorum. 

Bu yılın başlarında Ziya Gökalp'ten yaptığım bir okumada Osmanlı Devleti'nde Türklerin, Türk olmanın nasıl görüldüğüyle ilgili beni çok şaşırtan şeyler öğrenmiştim. Bu kitapta da bu gerçeklerle paralel bir durum vardı ve bu kısımlar beni bu mesele ile ilgili daha çok okumaya, araştırmaya itti. Aldığım tarih derslerinin bana, Karamanoğullarıyla ilgili öğrettiği tek şey onların en isyankar beylik olduğuydu, onlar yüzünden Anadolu'da siyasi birlik geç sağlanmıştı. Bu beylik hakkında başka da bir şey öğretilmemişti, çünkü odağımız zaten Osmanlı beyliğiydi. Hala bu konuda hakkında yeterince bilgiye sahip olmadığım için yorum yapmaktan kaçınacağım ama kitapta iddia edilen şeylerin çok da yanlış olmadığıyla ilgili bir his var içimde. Bu his öylesine de oluşmadı, dediğim gibi Ziya Gökalp'in anlattıklarıyla oluştu. Her şey bir yana, beni bu konuda daha çok bilmeye ittiği için kitaba minnettarım.

Gerçek tarihin içinde geçen bir kurgu olduğu için romanda yer yer arkaplan bilgisi veriliyor. Aslında aşırı detay yok, okurdan biraz bilgi birikimi bekliyor yazar. Yine de anlatım kimi zaman ansiklopedik bilgi aktarımına kaçıyordu, bu da yer yer sıkıcı oldu benim için. Belki de sadece zaten sahip olduğum bilgileri okurken sıkıldım, çünkü bazı yerleri de ilgiyle okuyup ders notu gibi notlar aldım. Olay örgüsündeki akıbetini gördüğümüz gerçek kişiliklerin hayatını gidip araştırdığım oldu. Araştırmak istediğim ama ipin ucunu bulamadığım durumlar da oldu. Kitabı tümüyle anlamak, anlamlandırmak ve en önemlisi hissetmek için altmetin okuması yapabilmek gerekiyordu. Bazı gönderme ve imaları yakalayabilsem de çoğunu kaçırdığım hissine kapıldım çünkü o yabancılığı, boşluğu ve yalnızlığı çok net hissediyorsunuz bu olduğunda. Evet, neyin kastedildiğini, neye gönderme yapıldığını anlayamayınca, açıkça sezdiğiniz ama kavrayamadığınız o metinlerarası olgu sizinle hikaye arasına bir perde çekiyor, karakterler size sırtını dönüveriyor. 

Benim açımdan, bu dışlanmışlığı yaşamamın sebebi Binbir Gece Masalları'nı okumamış olmamdı büyük oranda. Binbir Gece Masalları'nı biliyor olsaydım kendimi daha az "Fransız hissederdim". Fakat yine de romana etki eden, romanın içinde zuhur eden tek metnin bu masallar olduğunu sanmıyorum. 

Kitapta belki okuyan çoğu kişiyi rahatsız edecek bir şey, benim çok hoşuma gitti. Tarihsel olarak geçmiş bir zamanda geçen kurgularda yazıldığı dönemi açık eden, farkında olarak yapılan tutarsızlıklara bayılıyorum. Bunlar o kadar imkansız, olanaksız  ve kimi zaman saçma oluyor ki elinizde tuttuğunuz bir romanda bal gibi de oluyor olması aynı anda hem sinirlerinizi bozuyor hem de kaşlarını çatmış mantığınızı gıdıklıyor. Romanda bunun birkaç güzel örneği vardı ve çok hoşuma gitti bu kısımlar. Sadece zaman mefhumuyla ilgili bir sorun vardı, bilmiyorum o da kasten mi öyleydi. Geçmiş olması gereken zaman duygusunu pek yakalayamadım ben olaylar arasında, bu da biraz kafa karışıklığına sebep oldu. Yine de olaylar öyle bir oldu ki bunu uzun süre dert etmedim. Bölüm isimlerinin altındaki açıklamalar her seferinde beni meraka sürükledi ve her seferinde orada yazanların nasıl meydana geleceğini deli gibi merak ederek okudum bölümleri. Neredeyse her seferinde de olayları oradaki açıklamaya nasıl bağladığına şaşırdım. 


Hepimiz bir başkasını daldığı aptalca işlerden kurtaracak kadar erdeme sahip olmayı isteriz, ama çoğu zaman öğüdümüz boşa gider çünkü akıl vermek yardım etmekten daha kolaydır. 

Buraya kadar yazdıklarımdan romanı çok beğendiğim çıkarılabilir. Gelelim tadımı kaçıran kısımlara.

Romanın ilk yarısını gerçekten ayıla bayıla okudum.  Yarıya yaklaşırken yukarıda da dediğim gibi korkmaya başladım, bu kadar beğenmişken sonu beni tatmin edecek şekilde bitmeyecek diye ödüm kopuyordu. Yarısından sonra yavaş yavaş korktuğumun başıma gelmeye başladığını da gördüm. Beni en çok üzen şey, karakterin, dolayısıyla onun etrafında şekillendiğinden, kurgunun amacının silikleşmesiydi. Okuduğum hikaye belli bir noktaya gitmiyor ve öylesine savrulmaya başlıyorsa ben okuma hevesimi yitiriyorum. Burada da ne yazık ki aynı şeyi yaşadım. Bir noktadan sonra ne olacaksa olsun diyecek ruh haline büründüm, çünkü sanki yazar da ne olacağını kestiremeden, tabiri caizse körlemesine yazmaya başlamış gibiydi. Bir şey oluyor; neden oluyor, bunun esas kurguya katkısı ne, bundan ne anlamam gerek, acaba ben mi anlamadım diye sorup sorup durdum kendime ikinci yarıda. Yani o olan şey, olmasa ne olurdu, olay örgüsü bundan nasıl etkilenirdi diye düşündüğüm zamanlar oldu. İşte bu gerçekten hoş bir şey değil. Yazılan her şeyin, her sözcüğün belli bir işlevi olması gerek, en azından benim için. Yine söylüyorum, belki sorun bendeydi, belki ben anlamadıklarımı anlamak için gereken bilgi ve tecrübeye sahip değilim henüz. Olabilir. Bir on yıl sonra okuyup bu yorum yazısını güncellerim o zaman :D

Sonu tıpkı korktuğum gibi beklentimi suya düşürdü. Bence yine benim anlayamadığım bir şeyden kaynaklandı bu. Onu da hissediyorum çünkü, bir şey var da azıcık kazımak, bulup çıkartmak gerekiyor. Bir de yazıldığı dilden mi okusam diye düşündüm ama okuduğum yorumlarda İngilizcesini de beğenmeyenler olmuş yazarın. Tek çare bekleyip, beş-on yıl sonra tekrar okumak ve bulamadıklarımı bulmayı, keşfedemediklerimi keşfetmeyi ummak. 

Hikaye bir beklentiyi doyurmak içindir. Onu değiştirmek için. Ya da vazgeçirmek için. Öykü büyüleyici olmalıdır. Yaşamlarımızın boşluğunu doldurmalıdır. Avutmalı, kandırmalı, aldatmalı, büyülemeli ve bizi tekrar yaratmalıdır. Bir sihirbaz gibi sihir düzeneklerini hazırlarken, öykücü de izleyicinin dikkatini başka yöne çekebilmelidir. Hikaye anlatmak hileye dayanır. 

Binbir Gece Masalları'nı bu yıl içinde okumayı çok istiyorum. Bu romandan sonra da daha fazla bekletmemem gerektiğini iyice anladım. Onu okuduktan sonra belki Bağdat Yollarında hakkındaki duygu ve düşüncelerimde değişebilir. 

Kısacası Bağdat Yollarında genel  olarak keyifle okuduğum bir kitap oldu. Kitapla ilgili öyle çok büyük beklentilerim yoktu başlarken, kitabın ilk yarısı bence okuyucuya büyük şeyler vaat ediyordu. İkinci yarıda bu yüzden hayal kırıklığına uğradım, olayların çözümlenmesi ve son da beni hiç memnun etmedi. Yine de dediğim gibi sorunun benden kaynaklanmış olabileceği ihtimalini de kabul ediyorum. Okuduğuma pişman olduğum bir roman olmadı, aksine iyi ki okumuşum diyorum. Buna rağmen hakkındaki olumsuz düşüncelerim nedeniyle gönül rahatlığıyla başkalarına önerebileceğim bir kitap değil Bağdat Yollarında. Ancak benimle aynı okuma zevkine sahip olanların hoşuna gidecektir.


Türkçe bilmeyenlere ne yazık, türküler hep mühürlü kalacaklar!


Siz Bağdat Yollarında'yı okudunuz mu?

Hakkında ne düşünüyorsunuz?

Benimle paylaşın! 

Yorum Gönder

4 Yorumlar

  1. Bende okudum bir daha okudum

    YanıtlaSil
  2. İnstagram'daki hevesli paylaşımlarını görünce çok seveceğin bir kitap olacağını düşünmüştüm ama başladığı gibi devam etmemiş. Bazı kitaplar böyle oluyor maalesef.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlk yarısı hatrına güzel anacağım bir kitap olacak sanırım. Üzerinden zaman geçtikçe hoşuma gitmeyen unsurları unuttuğumu fark ettim :D

      Sil
  3. Bence senin de zevkine hitap eden bir kitap İlkay. Keyifle okuyacağını düşünüyorum :')

    YanıtlaSil