Ne Var Ne Yok | Ekim 2019 // Yeni Alışkanlıklarım ve Diğer Yeni Şeyler



Yine blogundan uzun süre uzak kalmış muggledan herkese selamlar!

Yoğunluktan dolayı yazamıyorum ama aklım da hep burada. Ne yazsam, şunu yazsam bunu yazsam diye düşünüyorum, özellikle de toplu taşımada düşüncelerimle baş başa kalınca. Aslında yazmak istediğim çok şey var, özellikler blogger etkinliklerine içim gidiyor ama fırsatını bulup oturamıyorum blog yazmaya. Fırsat bulunca da yazmak istediklerimi önem sırasına dizmem gerekiyor işte. 

Şimdi fırsat bulmuşken biraz içimi dökmek, son zamanlardan bahsetmek istiyorum. Bu dönem sıcağı sıcağına yüksek lisans programına başladım. Yapmak istediğim de tam olarak buydu aslında, okulla arama mesafe girmeden, hiç beklemeden akademik eğitimime devam etmek. Haftada üç gün okuldayım, toplam dört dersim var ama lisansta hiç bu kadar yoğun bir dönem geçirmemiştim sanırım. Yani yoğun ve zorlayıcı olduğunu düşündüğüm dönemler olmuştu ama yüksek lisansı görünce asıl yoğunluk neymiş anladım. İlk hafta biraz bocalasam da sonra ayak uydurmayı başardım, yani öyle sanıyor ve umuyorum. Galiba bütün mesele planlı ve düzenli çalışmakta. Galiba ne, elbette öyle!

Bu dönem aldığım dersler yine bölümün bilgi paketinde gördüklerim değildi. Bu konuda hayal kırıklığına uğramayı bırakmam gerekiyor. Hayal kırıklığı da değil aslında, bilgi paketine bakıp kendimi ordaki derslere göre motive ediyorum saçma bir şekilde, sonra ders seçerken onları göremeyince modum düşüyor. Aldığım derslerin hepsi çok kaliteli tabii, sadece Rusça alamıyor olmak çok üzdü beni. Onun da bir çaresini buldum gibi ama bakalım. 

İyi ki Deccal'in çevirisini dönem başlamadan teslim etmişim, yoksa halim haraptı. Ha, burada çeviriyi teslim ettim yayınevine. Editi, son okuması filan olacak, sonra basımda inşallah! Çeviri sürecimle ilgili bir yazı da hazırlamak istiyorum, çok şey var bahsetmek istediğim. Ayrıca lisansta yaptığımız her çeviri için bir rapor hazırlardık, alışkanlık olmuş. Hep not tutmuşum farkında olmadan neyi neden, hangi gerekçeyle öyle çevirdiğimle ilgili. Kişisel notlar bunlar tabii, çevirinin içine dahil etmediğim şeyler. Çeviride de çok dipnot kullandım ama bunlardan o ayrı yazıda bahsederim artık.

Farklı bazı alışkanlıklar geliştirdiğimi fark ettim. Doğadan'ın ananas aromalı yeşil çayını keşfettiğimden beri her sabah kahvaltıdan önce bir kupa içmeden edemiyorum. Sanırım midemi rahatlatıyor ve güne pozitif başlamamı sağlıyor. Bunun bilimsel bir açıklaması var mı bilmiyorum, tamamen placebo da olabilir ama öyle bir etkisi var çayın üzerimde. Her sabah kahvaltıdan önce mutlaka ve dersler çok bunalttıysa hemen. Umarım söyledim diye bu şeyin büyüsü kaçmaz, aman tahtalara vurun! 

Bir de yine bu Doğadan'ın böğürtlen aromalı çayı var. Geçen kış keşfetmiştim bunu da. Tam kış çayı bana göre, her ne kadar ambalajı insanın için açıp yazı hatırlatsa da... Havaların serinlemesiyle -gerçi İzmir'de hala tişörtle dolaşıyoruz ama- bu çaydan da içmeye devam ediyorum. Özellikle akşamları burnum, ellerim, ayaklarım çok üşüyor. Bu çay çoraplara ve hırkalara yardım ediyor, kesinlikle inanıyorum buna. Rengi, kokusu müthiş! 

Sonra kendimde çok güzel bir farkındalık dikkatimi çekti. Bu aslında eskiden beri beni rahatsız eden bir şeydi ama hiç bu konuda bir şey yapmıyordum. Bahsettiğim şey su kullanmak. Elimi, yüzümü, ayaklarımı yıkarken, duş alırken kullandığım sudan bahsediyorum. Hatta bulaşık durularken, başka herhangi bir şeyi yıkarken kullandığım su da dahil buna. Düşünsenize, bir şey yıkarken o su hep açık durur. O şeyi ovarken, suyunu silkelerken, onu bulaşık sepetine ya da kenara bir yere koyarken su hep akar. Ellerimizi sabunlarken akar. Yüzümüze su çarparız, aynada gözlerimizin, kirpiklerimizin üzerinden akan damlaları izlerken su şırıl şırıl akar. Gerçekten akması gerekir mi peki? Dediğim gibi bu olurken içimde hep bir huzursuzluk oluyordu. Son zamanlarda elimi sabunlarken, durulamaya geçmeden geçen o on beş-yirmi saniye suyu kapatmaya başladım. Durularken tekrar açtım, zor bir şey değil ya. Bulaşık durularken, bardağı kenara koymak için uzanmadan suyu kapattım. Uzanıp bardağı koymam ve sonra başka bir bardak alıp musluğun altına tutmam belki de yedi saniye filan sürüyordur ama o yedi saniyede ne kadar su boşa akıyor? 

Bunu yapmaya başladığımdan beri su kullanmakla ilgili vicdanım rahatlamaya başladı. Bununla beraber su konusundaki hassasiyetimin de arttığını hissediyorum. Çevremdekilere de bu alışkanlığı aşılayabilirsem ne mutlu!


Üzerine gittiğim, bir alışkanlığa dönüştürmek için özellikle uğraştığım şeyler var bir de. Bunlardan en önemlisi okurken not almak. Bloga kitap yorumları yazarken birkaç nokta belirleyip onlar üzerinden yazıyorum görüşlerimi ama bu her kitap için yeterli olmuyor. Mesela en son yazdığım kitap yorumlarından biri olan Kolera Günlerinde Aşk'ı yazarken bu yüzden çok vakit harcadım. Kitabı neredeyse yeniden okumak zorunda kalacaktım, sayfalar arasında tekrar dolaşırken kayboldum. Neler düşündüğümü hatırlamak için aynı cümlelerle bir daha karşılaşmam gerekti. Bu yüzden sonraki okumalarımda o an ne düşündüysem, kitap bana o an ne hissettirdiyse not almaya karar verdim. Şimdiye dek iyi gidiyor.  Özellikle okul için olan okumalarımda bunu yapmak zorunda olduğumdan bu yöntemi alışkanlık haline getirmek konusunda sıkıntı yaşamayacak gibiyim. 

Okumakla ilgili edinmek istediğim başka bir alışkanlık da bunu bir sisteme oturtmak. Her ay okuyacaklarımın listesini yapmak, hangi kitaba ne kadar süre ayıracağımı belirlemek istiyorum. Diğer türlü, yani rastgele kitap seçtiğim zaman seçmekle çok vakit kaybedebiliyorum ve çok düşünmeden, telaşla seçtiğim kitaplar genelde vaktime değmeyecek kitaplar oluyor bazen. Belki görmüş, okumuşsunuzdur, değerli, kaliteli kitapları okuyamadan ölmek gibi bir korkum var. Elbette dünyada yazılmış bütün iyi kitapları okumaya ömrüm yetmeyecek, bunu biliyor ve kabulleniyorum ama en azından listemde olup da sürekli ertelediğim klasikleri, iyi olduğunu okumadan bildiğim kitapları okumak istiyorum ölmeden. Bunun için de daha kontrollü ve sistemli okumam lazım. Maratonlar ve etkinlikler buna alışmamı kolaylaştırıyor aslında. Bu ay Gotik Edebiyat Kulübü olarak düzenlediğimiz Lanetli Maraton bana bu yüzden çok iyi geldi. Etkinlikten haberiniz yoksa sizi şöyle alalım.

Geçtiğimiz haftalarda bir de Storytel'i denedim. Bilmeyenler için Storytel bir sesli kitap uygulaması. İçinde Türkçe ve İngilizce olmak üzere pekçok sesli kitap var. Ben aslında epey direndim denememek için. Sesli kitaplara karşı bir önyargım var gibiydi, aslında önyargı da değil de sevmem, hoşlanmam sanıyordum. Önyargı mı oluyor zaten bu? Neyse, Harry Potter tekrardan okumalarıma devam edesim geldi, Ateş Kadehi'nde kalmıştım en son. Onu okuyacaktım. Dedim bari bu sefer dinleyeyim, okuma deneyimini yaşadım, bir de dinleyerek gireyim o büyülü dünyaya. Türkçe seslendirmesini Tilbe Saran yapıyor, epey de başarılı. Yalnız ben tekrar okumalarımı orijinal dilinden yapıyordum, bu geleneği bozmak istemedim. Ayrıca her ne kadar Tilbe Saran harika bir iş çıkarmış olsa da Türkçe dinlemek pek hoşuma gitmedi nedense. Bu yalnızda Harry Potter için de böyle değildi, herhangi bir Türkçe sesli kitabı tam konsantre dinleyemediğimi fark ettim. İngilizce dinlerken daha iyi odaklanıyordum ve dikkatim dağılmıyordu. Sanırım yabancı dilde dinlerken tüm odağımı anlamaya verdiğim için böyle oldu. 

Neyse işte, orijinal dilden dinledim Ateş Kadehi'ni. Ay, çok güzeldi. İngilizce seslendiren Stephen Fry'dı. Kendisi zaten komedyenmiş. Diyalogları harika seslendirmiş, karakterlere bürünmüş resmen. Bunu sadece sesiyle yapabilmesine hayran kaldım. Sadece çağırma büyüsü olan "Accio"yu "aksiyo" diye telaffuz etmesi rahatsız etti beni ama sonra görmezden gelmeyi başardım. Sonra öğrendim ki HP oyunlarında da böyle telaffuz ediliyormuş. Yani iki türlü telaffuzu varmış büyünün. Yine de "aksiyo" şeklindeki kulağımı çok tırmalıyor, filmlerden alışmışım "akkiyo"ya. 

Blogumun adı Harry Potter hayranlığımdan gelse de blogumda seriyi yorumlamadım hiç, bunu yeni fark ediyorum. Dolayısıyla seriyle ilgili görüşlerim yok blogumda, bu beni üzüyor. Aslında bu seriyi bir daha okumak ve her kitaptan sonra bir yorum yazısı yazmak için bir fırsat. Tekrar okumamı bitirmeden, yeni bir tekrar okumaya vesile bulmaya çalışmak delice gelebilir ama o kadar da delice değil aslında. Ateş Kadehi'ni okurken daha önce düşünmediğim şeyler düşündüm. Buna çok şaşırdım çünkü kitap aynı kitap kurgu aynı kurgu ve karakterler aynı karakterler. Dahası bu artık ezberlediğim bir hikaye. Yine de bunun olabilmesi beni sadece şaşırtmadı, aynı zamanda mutlu etti. Demek ki yıllar içinde Harry Potter okumaktan asla sıkılmayacak ve bıkmayacağım. Elbette bu sevdiğim diğer kitaplar için de geçerli. Kitaplar aynı kalsa da okuyucu olarak biz, değişiyoruz. Zaman içinde başka gözlerle bakıyor, başka bir bakış açısıyla okuyoruz. Belki hissettirdikleri değişmiyor, duygusal etkisi aynı kalıyor ama düşündürdükleri değişiyor çünkü onları farklı bir zihin süzgecinden geçiriyoruz. 

Dolayısıyla Ateş Kadehi'ni okumak bir yeniden okumadan çok daha fazlası oldu benim için. Beklentimi aşan bir okumaydı. Söylemek istediklerimi not ediyorum, kitapla ilgili ayrı bir yazıda bahsetmek istiyorum bunlardan. 

Nereden geldim buraya? Hah, sesli kitap diyordum. Ateş Kadehi'ni dinlemek inanılmaz keyifli vakit geçirmemi sağlasa da genel anlamda kitap dinlemeyi okumaya tercih etmem. En başından, daha okuma bilmiyorken ben okuma öğrenmeyi bu yüzden arzuluyordum. Dinlemekten usanmıştım çünkü, dinlemek yeterli gelmiyordu. Şimdi de bunu hissettim, çok güçlü bir duygu değildi tabii. Çocukken çok büyük bir arzuydu bu. Buna rağmen bu sefer de en sevdiğim sahneleri mesela, dinledikten sonra bir de açıp okudum dayanamayıp. 

Denemeden sonra da satın almadım uygulamayı. Dediğim gibi, sesli kitapların olmasa arayacağım bir şey olmadığını anlamış oldum. 

Kitaplar demişken... Yeni evimize taşınırken de aynı şeyden yakınıyordum. Kitaplarımın kitaplığımdan taşması olayından bahsediyorum. Sonunda babam ısrarlarıma dayanamadı ve bana bir kitaplık yaptı. Aldı demiyorum, yaptı. Gerçekten de odama, masamın üzerine üç raftan oluşan bir kitaplık yaptı. Şimdilik salondaki kitaplığı rahatlattık, odama da en sevdiklerimi taşıdım. Hala biraz boşluk var, dolup taşması biraz  zaman alacak. Odamı kişiselleştirme çabalarıma noktayı bu raflar koydu. Artık odamdan çıkasım gelmiyor. Buraya birkaç görüntü ekleyeceğim, değişirse, bozulursa, başına bir şey gelirse Allah korusun, nasıl göründüğünü unutmak istemiyorum.



Şu an Lanetli Maraton dahilinde, Vampirle Konuşma'yı okuyorum. Filmini keyifle izlemiştim, kitap da şimdilik güzel gidiyor. Öncesinde Benim Hüzünlü Orospularım'ı bitirdim. Beklediğim tadı alamadım aslında. Hayran olmakla fanatik olmak arasında bir fark var bence. Çok ince bir çizgi. Hayran olduğum birinin ürettiği her şeyi sever miyim? Yoo. Fanatikseniz ama, hep, kayıtsız şartsız seversiniz. Aslında sevmeye mecbur hissedersiniz. Diyeceğim o ki Marquez hala en sevdiğim yazar, ama bazı eserlerini diğerlerinden daha çok sevdiğim de bir gerçek. 

Shingeki no Kyojin'e devam ediyorum ama bir yandan da Koutetsujou no Kabaneri isimli bir animeye de başladım. Aynı anda iki kitap okuyamadığım gibi iki anime de izleyemiyordum ama... Son zamanlarda hep yeni şeyler yapıyorum :D 

Güncelleme | 26 Ekim 2019

Bu yazıyı yazalı neredeyse on gün filan oluyor ama bir türlü okuyup yayınlayamamıştım. Yoğunluğu, yorgunluğu ve hevessizliğimi siz hesap edin artık. Vampirle Konuşma'yı yarım bıraktım ki hiç huyum değildir kitabı bitirmeden bırakmak. Hiç sarmadı, çok sıkıldım okurken, ben de boş ver Gözde dedim. Şimdi Yeraltından Notlar'ı okuyorum. Kurgu gibi değil, düşündürücü bir kitap, o yüzden şu sıralarda okumasam daha iyi olurdu sanki ama bırakamıyorum da. Yavaş yavaş, sindirerek okuyorum bakalım. Sonra tekrar okuyacağım ama mutlaka, daha salim kafayla. 

Sonra Rusça kursuna başladım. Çok beklenmedik oldu benim için, yani evet istiyordum bir Rusça kursuna gitmek ama aklımda hiç yoktu Halk Eğitim Merkezine gittiğimde. Güzel oldu ama. İki haftadır devam ediyor kurs, A2'den başladım temelim var diye. Tam da kendi seviyem aslında, kaldığım yerden devam ediyor gibiyim. Haftada iki gün gidiyorum kursa. Rusça'yı çok özlemişim. Derslerin yoğunluğuna bu da eklenince çok zorlanırım diye endişelenmedim değil ama söz konusu yeni bir dil sonuçta. Umarım ikisini bir arada yürütebilirim çok sıkıntı çekmeden. 

Diplomamı da aldım sonunda geçen hafta. Kep atmış olsak da o diplomayı elimde tutmak çok farklıydı. Özeldi, duygusaldı. Yıllardır verdiğim emeğin somut karşılığıydı çünkü. Darısı yüksek lisans diplomama diyor ve nazar değmesinlerinizi almak istiyorum :D


Siz bu aralar neler yapıyorsunuz?

Benimle paylaşın!

Yorum Gönder

9 Yorumlar

  1. Yaa ne güzel gelişmeler bunlar. Aşırı mutlu oldum senin adına.. Okul hayatı zor gözükse de güzel şeylere vesile olsun inşallah :) Böğürtlenli çayı deneyecektim, tarihi öne çekeyim de alayım :D Sesli kitap olayını biliyorum ama henüz denemedim, bir bakayım olmazsa.. Odanın görüntüsü de çok tatlı. Bol kitaplı huzur dolu vakitler geçir orada dilerim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim Akela! Ben yorumuna cevap yazana kadar sen umarım böğürtlenli çayı denemişsindir :D Güzel dileklerin için çok sağ ol, çok teşekkürler! ^.^

      Sil
  2. Geniş içerikli bir yazı olmuş :). Su kullanırken tassaruf etmeye bende dikkat ediyorum. Rahatlamak için ise papatya çayı bana iyi geliyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Papatya çayının da sakinleştirici özelliği varmış galiba, ben hiç denemedim ama denesem iyi olacak sanırım... Özellikle derslerin darladığı şu dönemde :D

      Sil
  3. Su kullanımına dikkat etmen çok hoşuma gitti. Ben uzun zamandır elimden geldiğince suyu tasarruflu kullanırım. Kendimle ilgili en gurur duyduğum özelliklerimden biri.

    Blogumu açmadan önce okuduğum güzel kitapların yorumunun blogumda olmaması beni üzüyor. Harry Potter bu konuda başı çekiyor. Seriyi baştan okuma planım var benim de. O zaman blogumda yayınlayabilirim umarım.

    Diplomasını mezuniyetinden on sene sonra alan biri olarak mutluluğunu anlayabiliyorum :-) Darısı yüksek lisans diplomanın başına.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de son zamanlarda bu konuda kendimle gurur duyuyorum, bir de etrafımdaklere bulaştırabilirsem bu farkındalığı daha mutlu olacağım :D Çok teşekkür ederim ablacım ^.^

      Sil
  4. İyi çalışmalar, Yaratıcı Düşünce'' ana fikrini anlatan kısa hikayemi okumak ve değerli yorumlarla katkıda bulunmak üzere sizi blogumda görmek isterim. Teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Geç yanıtlıyorum, kusura bakmayın... Vakit bulur bulmaz okuyup fikir belirteceğim :')

      Sil
  5. Selamlar :)

    Tesadüfe bak ki iki gün önce Potter serisinin tamamını baştan sonra tekrar seyrettim. Aklıma da doğal olarak hep sen geldin.

    Yüksek lisansın hayırlı uğurlu olsun Gözde'ciğim. Ben de yüksek lisansımın ilk iki ayında dört yılda çektirdiğimden daha fazla fotokopi çektirdiğimi hatırlıyorum. Ancak senin bu yoğunluğun üstesinden çok kolay bir şekilde geleceğinden eminim.

    Audiobook dinlemekten çok keyif alan biri olarak sana bir radio drama önermek isterim. Tales Of The Jedi - Dark Lords Of The Sith. Bu bir radio drama, kitap metin okuması değil ama keyif alacağını umuyorum.

    Bir de madem Rusça eğitimine başladın eğer okumadıysan Simonov'un Gündüzler ve Geceler'ini tavsiye ederim. Simonov gerçek bir savaş muhabiri ve döneminin savaşlarına bizzat şahit olmuş bir yazar. Hatta onun bir şiirini Ezginin Günlüğü bestelemişti. Oyun albümünde "Bekle Beni" isimli şarkı.

    Bir süredir yoğunluktan blogunu takip edememiştim, yazını okumak iyi geldi.

    Kendine çok iyi bak, kal sağlıcakla...

    YanıtlaSil