Uğultulu Tepeler / Emily Bronte | Kitap Yorumu (Yeniden) #kom2019


Uğultulu Tepeler

Orijinal Adı: Wuthering Heights

Yazarı: Emily Bronte

Yayım Yılı: 1847


Herkese yeniden merhaba!

Uzun zamandır yazamıyordum, artık her yazıya böyle başlar oldum, ama zorlu pek çok şeyi atlattım ve şu an elimde yetişmesi gereken bir çeviri var sadece. O kadar (!).

Uğultulu Tepeler'i ilk kez 4 yıl önce, Türkçe çevirisinden okumuştum. Benim için klasikler hakkında önyargılarımı yıkan bir kitap, bunca sene boyunca okuduğum harika klasiklerin ilki olmuştu. Kitabı okuduğum zamanlar blogumu yeni açmıştım ve yorumunu  yazmadan önce çok heyecanlanmış, kendimi yeterince ifade edemeyeceğimden çok korkmuştum. Şu an itibariyle blogumda en fazla görüntülenme sayısı Uğultulu Tepeler hakkında yazdığım o karışık yazıya ait. Karışık diyorum çünkü düşüncelerimi toparlayamamış, çok dağınık  bir şekilde yazıya dökmüşüm.

Neyse. Kitabı yeniden okumayı uzun süredir istiyordum fakat buna şimdi vesile olan şey benim yeni üye olduğum Gotik Edebiyat Kulübü oldu. Kulübün bu ayki kitabı Uğultulu Tepeler olunca çoktandır istediğim şeyi eyleme dökme fırsatını sonunda buldum. Madem ikinciye okuyacağım dedim, bu sefer yazıldığı dilden okuyayım. 

Önce şundan bahsedeyim; böyle büyük bir klasiği ana dilinde okumak çok farklı ve doyurucu bir deneyimdi benim için. Elimde basılı kitap olsaydı belki daha yavaş okurdum fakat Kindle'dan okumanın faydasını gördüm; kendi sözlüğü olduğu için bilmediğim, yeni karşılaştığım kelimeler olduğunda paniğe kapılmadım hiç. 

Elbette eserin dilimize yapılan iyi çevirileri mevcuttur piyasada, benim ilk okuduğum zamanki çeviri de fena değildi. Ya da en azından ben öyle hatırlıyorum, şimdi elime alsam belki de pek tatmin edici bulmayacağım çeviriyi. Yine de başka yayınevlerinin bastığı kaliteli çeviriler vardır mutlaka. Buna rağmen bir çeviri ne kadar iyi ve yeterli olursa olsun iki dil arasında yapılan aktarım sırasında, yolda bir şeyler eksilir, kaybolur. Her dil kendini farklı şekilde ifade eder ve o dilde ifade edilen şeyi başka bir dilde yeniden ifade ederken muhakkak bir şeyler feda edilir. 

İşte bu okumayla feda edilen, kaybolan, yiten şeyleri bütünüyle olmasa da çoğunlukla fark ettim, bir nevi ilk okuyuşumda farkında olmadığım boşlukları doldurdum. Sözcüklerin üzerine sinen, belki de çeviri sırasında sıyrılıp gitmiş, uçmuş duyguları hissettim.

Uğultulu Tepeler güçlü duyguların kitabı. İki zıt kutup, aşk ve nefret arasında, öfke, hırs, intikam, acı, merhamet, çaresizlik, umut, umutsuzluk, hayal kırıklığı. Kitabı okurken bu duyguların hepsini deneyimlemek mümkün, bazen karakterlerle birlikte, bazen de onlara, olanlara karşı. Hikaye birinci elden anlatılmıyor olsa da, bize bir başkası tarafından anlatılıyor olsa da duyguların gerçekçiliği sayesinde okur kendini dışarıda bırakılmış hissetmiyor. 

İlk okuyuşumda da endişem bu olmuştu benim. Biliyorsunuzdur belki,  Uğultulu Tepelerdeki asıl hikaye gözlemci bakış açısıyla yazılmış. Anlatıcının güvenilirliği, olaylara bakış açısı, taraflılığı/tarafsızlığı konusu bu seferki okumamda hep aklıma geldi, beni düşündürdü. Anlatıcı, olaylar ve kişiler hakkında fikrini belirtene dek bazen onun aramızda, asıl karakterler ve okuyucu arasında, olduğunu unutuyordum. 

Hikayenin bu şekilde başka biri tarafından okuyuca aktarılması bana kalırsa, ne anlatılırsa anlatılsın asıl olanın saklanmasına, kitaptaki gizemin sonuna dek canlı tutulmasına, hala da bilinmez olarak kalmasını sağlamış. Bu da benim çok hoşuma gitti çünkü birilerinden böyle şeyle dinlemeyi çok severim. Daha çok sevdiğim bir şey varsa bu da bu anlatılanların doğru olup olmadığını kendi kendime sorgulamak, dinlediklerim hakkında farklı senaryolar üretmektir. 

Uğultulu Tepeler'i ilk kez okuduğumda Ellen Dean'in anlatıcılığından hiç şüphe etmemiştim. Bu sefer hep "Ya anlattığı gibi gelişmediyse olaylar? Ya şöyle olduysa, ya böyle olduysa?" diye anlattıklarını sorguladım hep. Bu da inanılmaz keyifli bir okuma deneyimi oldu benim için.

Ayrıca romanın temelinde bir ikilik/zıtlık dinamiği vardı, bu sefer daha net anlayabildim bunu. Wuthering Heights ve Thrushcross Grange mülkleri arasındaki fark (WH karanlık, kasvetli ve ürkütücüyken TG ferah, geniş, aydınlık ve iç açıcı bir yapı olarak betimleniyor), baba-oğul arasındaki zıt benzerlik (güçlü Heathcliff'in zayıf karakterli oğlu ve karısının ölümünün ardından sefil hale düşmüş Hindley'nin güçlü bir figür olan Heatchcliff tarafından büyütülen, yeri geldiğinde babası olarak gördüğü ve korktuğu Heathcliff'e bile karşı çıkacak cesareti gösteren oğlu, Hareton), isimleri aynı olsa da verdikleri kararlar açısından farklı karakter özellikleri sergileyen anne-kız. 

Karakterlerin kişilik özellikleri, duyguları ve davranışlarının arkasındaki motivasyonları öyle yoğun, öyle derin anlatılıyor ki aslında bu durum asıl hikayeyi gölgeliyor bir manada. İlk okuyuşumda bu şekilde anlatılıp ön plana çıkan karakterelere beslediğim duygular yüzünden, olay örgüsünün de çok akıcı olması ve olaylar arasındaki geçişlerin keskin olmamasından dolayı, anlatılanların geneline sağduyu çerçevesinde bakamamışım. 

İlk okuduğumda Heathcliff ve Catherine'in aşkına hayran kalmıştım ve beni olumlu anlamda çok etkilemişti. Bu seferse kendilerine ve etraflarındaki her şeye, herkese zarar veren bu aşkları beni çok rahatsız etti. Hayran olmaktan çok hayrete düşürdü aslında. Yine ilk okuyuşumda Heathcliff'e olan sempatim ve sevgim onun yaptıklarını, aslında nasıl biri olduğunu görmeme engel olmuş, bunu da anladım. Dört yıl önce çok safmışım :D

Hala en sevdiğim ve sempati duyduğum karakter Hareton. Sanırım onda Heathcliff'in sevdiğim yönlerini görüyorum. Farklı şartlar altında, farklı fırsatlar verildiğinde Heathcliff'in dönüşeceği kişi de Hareton olurdu. Fakat kader ağlarını başka şekilde ördü Heathcliff'in başına. Onun haricinde kitapta kendime yakın bulduğum, bana hitap eden karakter yok. Onlara karşı hissettiğim ve düşündüğüm şeyler var tabii ki ama beni, düşüncelerimi ve hayatımı etkileyen karakterler değiller. 

Kitabı ikinci kez, yazıldığı dilden okuduğuma çok memnunum. Bu sefer kitabı daha tarafsız bir gözle, duygusal değil, daha, birazcık daha analitik bir yaklaşımla okuduğumu düşünüyorum. Bir 4-5 yıl sonra yine okumak istiyorum, bakalım o zaman kitap bana ne düşündürecek, ne hissettirecek. 

Söylemeden bitirmek istemiyorum, favorim hala Jane Eyre ❤


Yorum Gönder

16 Yorumlar

  1. Tebrikler...anlatımın Çok güzel...

    YanıtlaSil
  2. Tanıtım çok harika olmuş gerçekten Gözde Hanım. Farklı duyguların aynı kitapta sunulması çok etkileyici oluyor. Kitabı orijinal dilinden okuyabilecek kadar yabancı dil bilmeniz de çok güzel bence. Farklı bir dil, farklı bir düşünce tarzıdır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle haklısınız, edebi eserleri yazıldıkları dilden okumak güzel bir ayrıcalık... Bu yüzden ben çoğu zaman eşsiz yazarlarımızı anadilinden okuyabildiğime çok mutlu oluyorum. Edebiyatımızda çok kıymetli eserler var ve onları yazıldıkları dilden okuyabildiğimiz için çok şanslıyız bence. Çok teşekkür ediyorum :')

      Sil
  3. Klasikler için benimde zor aştığım yargılarım mevcut, klasiklerin önce çizgi romanlarını okuyup yorumladıktan sonra kitaplarını okuma taktiği geliştirdim. Bloğumda hem kitap hem de çizgi roman yorumlamaktayım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel bir taktik, işe yaramasına da sevindim. Blogunuzu ziyaret edeceğim mutlaka :')

      Sil
  4. Ne güzel anlatmışsın. Kısaltılmış ingilizce metnini okumuştum. Konuya hakim olduğumdan pek okumak istemiyordum ama ilerde mutlaka şans vereceğim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence de şans vermelisin, seveceğini umuyorum. Çok teşekkür ederim, anlatımımı beğenmene çok sevindim :')

      Sil
  5. Okumayı çok istediğim kitaplardan. Ve çok isterdim kitapları ana dişlerinden okumak.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ana dilleri olacaktı 😁 günaydın.

      Sil
    2. Yazıldıkları dilden okumak ayrı bir güzel gerçekten. Yine de bilmediğimiz diller için yetenekli çevirmenlerimiz iyi ki var :')

      Sil
  6. Başarılı bir inceleme olmuş teşekkürler :)

    YanıtlaSil
  7. Oldukça güzel aktarmışsın fikirlerini, teşekkürler. Kitapları orjinal yazıldığı dilde okumak elbette daha güzel ve anlaşılır lakin buna her zaman fırsat olmuyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, maalesef. Marquez'i anadilinden okuyacak kadar İspanyolca bilmeyi çok isterdim mesela. Ya da Dostoyevski'yi Rusça'dan okumayı... Neyse ki iyi çevirmenler var :D

      Sil
  8. Bu kitap genellikle Jane Eyre ile kıyaslanıyormuş. Ben de Jane Eyreciyim :-)

    YanıtlaSil