Göçebe / Stephenie Meyer | Kitap Yorumu


Göçebe

Özgün Adı: The Host

Yazarı: Stephenie Meyer

Çeviren: Mine Atafırat

Yayım Yılı: 2008


Aslında kitabı bitireli biraz oldu ama aklımda kalanları, kitabın bende bırakabildiklerini anlatmaya çalışacağım. Yazı birazcık spoiler içerecek.

Ben Alacakaranlık Serisi'ni okumadım, dolayısıyla yazarın diliyle karşılaştığım ilk kitap buydu. Seriyi az çok bildiğimden, en azından kurgu açısından pek bir beklentim yoktu. Kitaptan beklediğim tek bir şey vardı ve o konuda beni yanıltmadı zaten: aşk üçgeni.

Öncelikle konusundan biraz bahsedeyim; dünyamız uzaylı bir ırk tarafından ele geçirilmiş. Ruh olarak bahsedilen bu varlıklar insanların bedenlerine yerleşip dünyada yaşamaya devam ediyorlar. Hala insan olarak kalmış, ruhlardan kaçmayı başarmış olanlar da var. Melanie de o insanlardan biri. Kitap onun yakalanması ve Göçebe adını alan ruhun Melanie'nin bedenine konmasıyla başlıyor. Normalde ruhun, yani Göçebe'nin kontrolü hemen ele geçirmesi beklenirken Göçebe Melanie'nin zihninde bir dirençle karşılaşıyor ve onun henüz ölmemiş, kaybolmamış olduğunu fark ediyor. Sonra olaylar olaylar...

Ben okumadan önce bu kadarını bildiğim için bu kadarını anlattım. Zaten daha fazlası spoiler olur diye düşünüyorum. Bu kadarı okuyup okumama kararı vermenize yeterli olacaktır bence.

Kitabın başları, kurgusu itibariyle çok ilginçti. Gerçekten keyifle ve merak içinde okumaya başladım kitabı ve içimde devam ettikçe daha da güzel olacağına dair hisler vardı. Cidden çok iyi yerlere de gidebilirdi ama...

Kitapla sorunum şu: Ortada istila edilmiş bir dünya var. Melanie'nin bedeni de bu istilacı ruhlardan biri tarafından ele geçirilmiş. Dünyada bedeni ele geçirilmemiş az sayıda insan var filan. Kısacası yaratılmış bir felaket senaryosu var önümüzde. Fakat yaratıcı yazarımız almış tüm bu kurguyu bir aşk üçgeninin arasına sıkıştırmış.

Benim aslında aşk üçgenleriyle sorunum yoktur; gerçekten. Hikayenin içine güzelce yedirilmiş, merkezine oturtulmamış aşk üçgenlerini okumaktan keyif alırım. Fakat kitaptaki olaylar, verilen kararlar, çizilen yollar, her şey o aşk üçgenine göre şekilleniyorsa bu benim için bir sorundur. 

Bu bağlamda Melanie, ya da Göçebe, ya da ikisi birden benim için bir kahraman değildi. Olmalarını bekledim çünkü dediğim gibi ortada distopik bir dünya vardı. Dünyayı kurtarmalarını beklemek belki çok uçuk bir beklentiydi ama en azından bunu denemelerini, ne bileyim bir düşünmelerini beklerdim. Belki de kitabın yazılma amacı bu değildi. Sonuçta her distopyada dünyayı kurtarmak için didinenler olduğu kadar bu durumu kabullenmiş, kendi işlerine bakan bir takım insanlar da var.

Yani sanki yazar sadece bu aşk üçgenini anlatmak için kurmuştu bu dünyayı. Ben böyle hissettim okurken açıkçası. 

Melanie&Göçebe ilişkisi çok gerçek dışı geldi bana. Tamam, bir distopya(!) okuyoruz, tabii ki gerçek dışı öğeler olacak kitapta ama bahsettiğim, yazarın ikili arasında kurmaya çalıştığı empati bana çok zorlama geldi. Melanie'nin her şeyden öylece vazgeçebilmesi, sevdiklerini Göçebe'ye verebilecek olması ve gittikçe kıskanmayı bırakması filan bence çok absürttü. Birlikte çok vakit geçirdiniz, aynı zihinde birliktesiniz filan anladık ama bu yaratık senin bedenini ele geçirdi be Melanie! Senin anılarından görüp tanıdığı sevgiline aşık oldu be kızım! Kardeşin seni boşverip onu kabulleniverdi hemen, insanın ağırına gider biraz be!

Hele Göçebe'nin sonlardaki, "sen kapat, hayır sen kapat," muhabbetine dönen hareketleri, Melanie'nin fedakar pozları beni deli etti. 

Zaten sonda yaşatılmaya çalışılan dramı hiç anlamadım, okurken devamlı "Neden?" diye bağırdığım doğrudur. 

Sonunu, bahsetmeye bile değer görmüyorum. 

Kitap üzerine konuşacak başka bir şey yok bana göre. Gereksiz uzun, distopyamsı bir aşk hikayesi bence bu. İçine de azıcık, insanı ucundan heyecanlandıran ama "Yok bir şey ya korkma" tarzında hemen bitiveren aksiyonlar da serpiştirilmiş. Okuyucunun çoktan anladığı şeyleri yeni anlamış gibi, zaten ortada olan durumlar karşısında şaşıran bir ana karakter var. 

Okuyacak daha güzel kitaplar var. Muggle Göçebe'yi tavsiye etmiyor. 


Siz Göçebe'yi okudunuz mu?

Hakkında neler düşünüyorsunuz?

Benimle paylaşın!

Yorum Gönder

11 Yorumlar

  1. Neyse ki almaya ve filmini izlemeye yeltenmemişim 🙄

    YanıtlaSil
  2. Ben yeni çıktığında okumuştum, o zaman konusu yaratıcı gelmişti. Ergen de olduğum için olsa gerek aşk üçgenini sevmiştim. :D

    YanıtlaSil
  3. Alacakaranlık'ı ben de okumadım ama bu romanı yıllar önce (ilk çıktığında sanırım) okumuş çok sevmiştim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Belki ben de önceden okusaydım beğenebilirdim, bilemiyorum.. Tabii renkler ve zevkler tartışılmaz :D

      Sil
  4. Dediğin gibi aşk kısmına hatta aşk üçgenine odaklanılmış olsa da zamanında okuyup sevdiğimi hatırlıyorum. Gerçi evreni, baş karakteri değil de Ian'ı sevmiştim çoğunlukla :D Distopik unsurlar süs olsun diye vardı :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayy cidden süs olsun diye vardı, çok haklısın :D

      Sil
  5. Bundan çok uzun yıllar önce, muhtemelen ilk çıktığında alacakaranlık furyası hala ortalardayken okumuştum bence. Şimdi geri dönüp baktığımda size kesinlikle katılıyorum, okunacak çok daha iyi romantik kitaplar, distopik romanlar var. Yine gözümüzde büyütüğümüz bir yazar işte :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bazı kitaplar bende de aynı hissi uyandırıyor artık.. Çok önceden okuyup sevdiğim, hatta ayılıp bayıldığım kitaplara bir bakıyorum çok manasızmış.. Bazılarının konusunu bile hatırlamıyorum ama beğendiğimi filan yazmış oluyorum.. Hayat garip :D

      Sil
  6. Vallahi kitap kabak tadı bırakınca filme hiç bulaşmadım :D

    YanıtlaSil
  7. Alacakaranlık serisini zamanında severek okumuştum. Bu kitabı aynı tadı vermez diye okumamıştım. İyi kiokumamışım. Filmini belki izlerim, o da Diane Kruger oynuyor diye.

    YanıtlaSil